Görevden alınarak yerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, Kayseri Bünyan 2 Nolu T Tipi Cezaevi’nden tutukluluğunun 500’üncü gününde Mezopotamya Ajansı (MA) için bir mektup kaleme aldı.
'BÜYÜK TÜRKİYE HAPİSHANESİ'
Bir baharı daha cezaevinde karşıladığını belirten Mızraklı, dışarısı için “Büyük Türkiye hapishanesi” benzetmesinde bulundu. Mızraklı, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sona erdirilmesi için cezaevlerinde devam eden süresiz dönüşümlü açlık grevlerine değinerek, “Açlık grevlerindeki tutsakların sağlık durumları kötüleşmeden bir an önce tutsakların talepleri kabul görmelidir. Burada da sorumluluk dışarıdaki arkadaşlara düşmektedir. Açlık grevini ve taleplerini ancak onlar gür bir sesle haykırırsa, sese ses, cana can olunursa eylem sonuç alır” ifadelerini kullandı.
Mıraklı tutukluluğunun 500’üncü gününde kaleme aldığı mektubun devamında şunları söyledi:
“Büyük Türkiye hapishanesinde büyük sorunlar varken, zindandaki sorunlardan çokta bahsetmemek lazım. Yine de cezaevinde tecride karşı bir direniş başlamış durumda. Açlık grevi çığ gibi büyürken, pandemiden kaynaklı sorunlar başta açlık grevindeki arkadaşlarımız olmak üzere tüm tutsakları etkilemektedir. Açlık grevlerindeki tutsakların sağlık durumları kötüleşmeden bir an önce tutsakların talepleri kabul görmelidir. Burada da sorumluluk dışarıdaki arkadaşlara düşmektedir. Açlık grevini ve taleplerini ancak onlar gür bir sesle haykırırsa, sese ses, cana can olunursa eylem sonuç alır.
GOBBELS’IN PROPAGANDA BAKANLIĞI
Dünyanın gündemi kadar Türkiye’nin de gündemi oldukça yoğun. Bir de bu yoğunluğa iktidarın eklediği, muhalefeti de peşinden sürüklediği yoğunluklar var. Rusya’da yeni bir yıla girerken, Putin yaşadığı sürece koltuğunu kaybetmemek için değişikliklere gitti. ABD’de Biden yönetimi geldi. Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan çatışmalardan sonra, Ermenistan’da yaşanan darbe girişimi, Libya’daki gelişmeler vb. tüm bunlar Türkiye siyasetinden bağımsız incelenmeyecek konulardır. Türkiye neo Osmanlı hayaliyle üç kıtada at koşturmak istemektedir. İçerdeki yolsuzluklarını, tek adam diktasını ve başarısızlıklarını saklamak için içeriden çok dışarıdaki gelişmeleri gündeme getirmektedir. Hayali Osmanlı canlandırmaları, halka bir biçim verebilmektedir. Sadece ırkçılığı halka empoze etmiyor, aynı zamanda siyasi İslami bir kimliği de empoze etmektedir.
Siyasi İslamcı bir kimlikle halka şükretmeyi, sabrı ve biatı aşılamaktadır. Son yılların Türkiye’sine baktığımızda ise bu aşının tuttuğunu görmekteyiz. Tüm kanallarda siyasi İslamcı programlar, Osmanlı hayalini körükleyen filmler, yeşil faşizmin yayılımını sağlamaya yarayan bir dil ile halka sunulmaktadır. Yapılan yayınlar, söylenilen her sözcük özenli seçilmektedir. Cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı bu konuda yüzlerce hizmetlisiyle görevini yürütmektedir. Yani bir nevi Gobbels’in propaganda bakanlığı işlevini yürüten bu daire, halka, iktidarın söylemlerini sunmaktadır. Bunda da etkili oldukları görülmektedir. Seçim sonuçlarına ya da yapılan istatistiklere bakıldığında AKP-MHP bloğunun oy oranları hala başarılı olduklarını göstermektedir. Yani Türkiye halkları için yaptıkları icraat güzel bir gelecek değil, propaganda ile kendilerine inanmış bir toplum modelidir.
MESELE KÜRT OLUNCA…
Türkiye militarist bir yapıya her geçen gün kayarken, ana muhalefet ise iktidarın değirmenine su taşımakla meşguldür. Bunda en büyük pay sahipleri ise Türkiye’de solculuk oynayan kesimleridir. Bu kesimler bir taraftan muhafazakar İslami taraflara sevimli görünmeye çalışırken, diğer yandan ise devleti korumak adına iktidarın yaptıklarına onay vermektedirler. Türkiye’deki muhaliflerin, solcuların, muhafazakâr İslamcıların tek bir potada birleştikleri konu ise Kürtler olmaktadır. Ne zaman ki Kürt kelimesi duyulmakta ise işte o zaman tüm bu kesimler bir araya gelmekte ve Kenan Evren’e rahmet okutmaktadırlar. İktidar, bu noktadan güç alarak tüm muhalif kesimleri birbirinden uzak tutarak, ayrıştırarak kendi ekmeğine yağ sürmektedir. Bunu yaparken de toplumu her geçen gün daha da militarist bir hale sokmaktadır.
KÜRTLERE AÇILAN SAVAŞ
90’lı yıllarda milliyetçi bir toplum yaratılmak istenmiştir. Çatışmalarda yaşamını yitiren asker ve polisler üzerinden bu durum örgütlenmek istenmiştir. Kürt halkına karşı bir savaş örgütlenmiştir. Ama günümüzdeki gibi açıkça yürütülmemiştir. Günümüzde bu savaş aleni bir biçimde yürütülmektedir. Kürt kentleri, tanklarla yerle bir edildi. Yüzlerce insan apartman bodrumlarında diri diri yakıldı. Her gün Kürtçe konuştu diye, Kürt olmasından ötürü insanlar fiziki saldırıya uğramakta ve canlarını kaybetmektedir. Belediyelere kayyımlar atanmakta, seçilmişler tutuklanmaktadır.
90’LI YILLARDAN BUGÜNE
Tüm bunlar yapılırken de 90’lı yıllardaki gibi gizli saklı yapmamakta yada bir kılıf bulmaya çalışmamaktadır. ‘Ohh olsun yaptım ve yapmaya devam edeceğim’ demektedir. Bunu söylerken de arkasına milyonları alabilmektedir. Birçok konuda tepki verebilen ötekileştirilmiş halk ise, Kürde gelince aynı blokta faşistleşmektedir. 90’lı yıllarda devlet paramiliter güçlerle kendi güçlerini birleştirip muhaliflere, Kürtlere saldırırken, açığa çıkan olayları ise kabul etmiyordu. JİTEM’i adam kaçırmaları, yargısız infazları kendisinin yapmadığını söylüyordu. Bugün ise bizzat İçişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı basının önünde kendilerinin yaptığını söyleyebilmektedirler. 12 Eylül faşist anayasasını bile tanımayacak, onu bile demokratik bir anayasa olarak görmektedirler. Bundan dolayı anayasayı, yasaları vb. hiçbir hukuki gücü kabullenmediklerini açıkça izah etmektedirler. Bunun bu hale gelmesine ise buna sessiz kalan sözde muhalif kesimler neden olmuşlardır.
GERÇEK DEVRİMCİLER
Ülke karanlığa boğulmaya çalışılırken, faşizmin gri gömleği giydirilmek istenirken, bir de buna karşı çıkanlar var. İşte gerçek devrimciler bunlardır. Gerçek muhalifler bunlardır. Bunları da susturmak istemektedirler. Gezi benzeri olayların yaşanmasını önlemek için toplumun tüm kesimleri, “terörist” olarak damgalanmakta, tehdit edilmektedir.
BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ
Boğaziçili gençlerin başlattığı direniş bir umuttur aslında. Bu ülkeye giydirilmek istenilen gri gömleğin yırtılması için bir başlangıçtır aslında. Bundandır iktidar bu kadar gençlere saldırmakta, gözaltına alıp tutuklamaktadır. Belediyelere atadıkları kayyımları kalıcı hale getirmek için, yaşamın tüm alanlarına kayyım atamak için çabalamaktadırlar. Belediyeler sonrası, dernekler, şirketler derken, şimdi de üniversitelere atamaya başladı. Sessiz kaldıkça bunlar daha da azgınlaşacaklardır. Asıl hedefleri düşüncelerimize yön vermek, onlara kayyım atamaktır. İşte burada direniş ortaya çıkmaktadır. Direniş ile tüm bu oyunlar bozulabilir. Boğaziçili gençlerin direnişi bize umut oldu. Onları selamlıyorum. Direnişlerine tüm kesimlerin destek vermeleri gerekmektedir. Ancaksız, amasız destekler ile bizler güçlenebiliriz ve kazanabiliriz.
İKTİDARI DİZE GETİRECEK
Faşizm, sadece gençlere değil, kadınlara, toplumun tüm muhalif kesimlerine de saldırıyor. Kadınlar, bu saldırılara karşı direniyorlar. Her gün sokak ortasında egemen zihniyetin hedef göstermesi sonucu onlarca kadın şiddete uğramakta, katledilmektedir. 8 Mart gelirken, kadınlar daha örgütlü bir şekilde bu iktidara, bu zihniyete karşı daha da fazla örgütlenerek direniyor. Umut gençlerde, umut kadındadır. Bu iktidarı, kadınlar ve gençler dize getirecektir. Örgütlenmeleriyle, direnişleriyle bu ülkenin geleceğini şekillendireceklerdir.
DİRENİŞİ YAYALIM
Bizler umudumuzu koruyalım. Tüm bu saldırılara karşı örgütlülüğümüzle başarıya ulaşmamıza inancımızı hiçbir zaman kaybetmeyelim. HDP bu ülkenin umudu ve inancıdır. Tüm bu saldırılara karşı örgütlülüğümüzle başarıya ulaşacağımıza inancımızı hiçbir zaman kaybetmeyelim. 2021 yılıyla birlikte saldırılar da arttı. Her ay neredeyse 500 arkadaşımız gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Buna rağmen geri adım atmadan direnişi gerçekleştiriyor. Kürt coğrafyasında tüm baskılara rağmen sokaklarla buluşuyor. Şimdi sıra tüm Türkiye’de. Türkiye’deki tüm gençlerin, kadınların direnişe destek vermeleri ve direnişi tüm alanlara yayması gerekiyor.
BAHAR YAKIN, BARIŞ YAKINDIR
Savaşın tırmandırıldığı, saldırı ve baskıların arttırıldığı dönemler, aslında barışa daha yakın dönemlerdir. Saldırılar korkunun ifadesidir. Baskılar iktidarda kalmanın seçeneğidir. İşte böylesi dönemlerde bizler de direniş alanlarında barış sesimizi yükseltmeliyiz. Tek adam rejimine karşı demokrasiyi, savaşa karşı barışı örgütlemeliyiz. Ancak bu şekilde gücümüze güç katabiliriz. Barışa sahip çıktıkça, siyasetimizi, çalışmalarımızı bu yönlü sürdürdükçe bizler başarabiliriz. Bahar yakın, barış yakındır.”