Suç örgütü lideri Sedat Peker’in itiraflarıyla mafya-devlet-siyaset ilişkilerinin yeniden gündeme geldiği, yargının tutumunun tartışıldığı bir ortamda Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) yönelik yeniden kapatma davasının açıldığı bir dönemde 4'üncü Yargı Paketi gündeme getirildi. Yaşananlar üzerinden devlet-yargı ilişkisini, 12 Eylül askeri darbesi, 1990’ların Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve AKP döneminde avukatlık yapan Kazım Bayraktar değerlendirdi.
SOMUT DELİL
İktidar partisinin üzerinde çalıştığı ve Meclis’e getirmeyi düşündüğü yargı paketinin içerisinde önemli düzenlemelerin olmadığını belirten Bayraktar, “Kenar süsü denilebilecek bazı şeylerin arasında avukatların gözaltında müvekkilleriyle görüşmesini sınırlandıran bir düzenleme de sokuşturulmuş durumda. Tutuklamanın somut delile bağlanmasına yönelik bir düzenleme de var. Ama şu anki klasik devlet tipinin çökertildiği koşullarda bu düzenlemelerin hiçbirisinin önemi yok. Bütün savcı, mahkeme, yargı kurumlarının tümüyle esas itibariyle siyasal muhaliflerin yargılanmasına yönelik dava ve soruşturmalarda doğrudan saraya bağlandığı ortaya çıktı. Somut delil dediğimiz şeyin içeriğine baktığımızda benim niyetimi okuyup somut delil olarak getirebilir. Basın açıklamalarına katılmayı somut delil olarak sayabilir" ifadelerini kullandı.
‘ŞEKLİ HUKUK DAHİ ORTADAN KALKTI’
Asgari ölçülerde şekli hukukun dahi ortadan kalktığı bir dönemde “yargı paketi” düzenlemelerinin hiçbir öneminin olmadığına işaret eden Bayraktar, yargı paketinin bu nedenle çok da etki yaratmadığını kaydetti. Yargı paketinin “demokrasi, insan hakları” söylemi altında getirilmesinin nedenine de değinen Bayraktar, “Şu anda iktidar bloklarının mafya çeteleriyle, sivil paramiliter gruplarla, kontrgerilla tarzındaki SADAT ve benzeri yapılarla hatta IŞİD ile ilişkilerinin somut delillerinin ortaya çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Böyle bir süreçte topluma, ‘bakın yargı paketi getiriyoruz’ diyerek bir algı yaratma amaçlarından birisi” diye belirtti.
ÇETE DÜZENLEMESİ
Dördüncü Yargı Paketi içinde yer almayan ve Haziran ayında Meclis Adalet Komisyonu’ndan geçen “Askeri Ceza Kanunu” düzenlemesine işaret eden Bayraktar, “Şu anda çeteler üzerinden birbiriyle kavgalı olan iktidar blokları arasındaki sorunu doğrudan ilgilendiren bir düzenleme. Bu esas olarak Erdoğan’ın, Saray’ın istediği bir düzenleme. Asker kişilerin, sivil kişiler tarafından yakalanabilmesinin yolu açılıyor. AKP-Erdoğan bloku, ordu içerisinde istediği gibi bir denetimi sağlayamadı. İttifak ortaklarıyla paylaştıkları devlet organlarından birisi olan ordunun AKP’nin elinde olmadığı için kendisine yönelebilecek tepkiden korkuyor. Bu kavgada ordunun kullanılması muhtemeldir. Buna sadece darbe deyip geçmek basit bir değerlendirme olur. AKP bundan tedirgin olduğu için kendi sivil paramiliter grupların askerin peşine takılabilmesinin yolunu açıyor. Bu yanıyla yargı paketinden daha çok önem taşıyor" değerlendirmesinde bulundu.
‘BAŞSAVCILAR SARAY’A BAĞLANDI’
Bayraktar, Mayıs ayında Adalet Komisyonu’ndan geçen cumhuriyet savcılarının başsavcılara bağlandığı düzenlemeye işaret ederek, bu düzenlenin iktidar klikleri arasında yargı paylaşımı anlamına geldiğini ifade etti. Bayraktar, “Başsavcılar, cumhuriyet savcılarını soruşturma sonunda verdikleri kararları onaylamadıkları taktirde o karar yürürlüğe giremeyecek. Başsavcılar kimin yargılanıp yargılanmayacağına, beraat edeceğine ya da herhangi bir işlem için son tahlilde karar verecek. Bir anlamda Türkiye’deki bütün adliyeler bir reise bağlanıyor. Böylece yargı kurumları içerisinde bir merkezileşme sağlanacak. AKP, yargı kurumlarını da ittifak ortağıyla paylaştığı için kendisini tedirgin hissediyor. Bu tedirginlik ortaklarında da var. Ama bu tasarıyla birlikte AKP iktidar bloğu aleyhine açılması muhtemel bir davayı engellemek amaçlandı. Bu yasa, iktidar blokları arasında bir silah haline dönüşebilir. Bu anlamda tam da suç bataklığı iyice teşhir olduğunda yargının daha çok denetim altına alınması ihtiyacı ortaya çıktı” şeklinde konuştu.
12 EYLÜL’ÜN ÖZÜNÜ YAŞIYORUZ
12 Eylül askeri darbesinde avukatlık yaptığını ve faşizme tanıklık ettiğini söyleyen Bayraktar, “12 Eylül yargısıyla bugünün yargısını karşılaştırmak hep aklıma gelir. Bugün 12 Eylül’ün hedeflediği daha kötü sürecin özünü yaşıyoruz. Sedat Peker’den önce de deliller havada uçuşuyordu. IŞİD katliamı ve birçok dosyada deliller vardı. Şimdi bataklığı çok daha iyi gösteren deliller uçuşmaya başladı ama yargı sessiz. Bu sessizlik bir yanıyla ikrardan geliyor. Ama bir yanıyla da yargı zaten her birinin mafyası ve paramiliter örgütü olan güç odaklarının elinde bu hale geldi. Böyle bir kurum şu ortamda ‘şunu yap, şuan sessiz kal’ dediğinde yapar” diye belirtti.
HEPSİNİN İTTİFAK ETTİĞİ BİR KONU VAR
Hiçbir hakim ve savcının Peker’in suçladığı kesimleri ifadeye çağırabilecek güç ve cesarete sahip olmadığına vurgu yapan Bayraktar, “Ama bu süreçte hepsinin ittifak ettiği bir konu var; Kürt halkının ve siyasi temsilcileri olan HDP’nin hedef alınmaya devam edilmesi. Bu politikada bir değişiklik yok. Kapatma davası aynı zamanda iktidar odakları arasında bir sürtüşmeye de neden olduğunu görmek gerekiyor. HDP’nin kapatılmasına ısrarlı olan iktidar odağı MHP’dir. Bu kapatmanın kendi aleyhine daha çok sonuç doyuracağının farkında olan ise AKP’dir. AYM’deki inisiyatifini kullanarak ilk iddianameyi geri çevirtti. Altında hukuksal gerekçeler var ama altında yatan asıl sebep politik” dedi.
İDDİANAME
HDP’nin kapatılması istemiyle açılan davada ilk iddianameni iade edilmesine dair Bayraktar, şu değerlendirmesi yaptı: “Kapatma davası iddianamesindeki tüm deliler Kobanê Davası’nda zaten var. Bunları toplayıp buradan iddianame hazırlandı. AYM’de geri iade ederken öyle noktalara işaret etti ki bunların tamamlanması ya da düzeltilmesi mümkün değil. Kapatma iddiası ile kapatmanın dayanağı olarak ileri sürülen şeyler arasındaki illiyet bağı kurulmamış. İlliyet bağının kurulması için gerçekten o kapatmayı gerektirecek maddi suç teşkil edecek kanıtlar bulması lazım. Bakıyoruz, hepsi de barışçıl ve HDP’nin tüm eylemlerinde düşünce ve partinin açıklaması, parti yöneticilerinin yasal açık faaliyetleri. Çözüm süreci döneminde aracılık pozisyonunda görev yapan milletvekili ve yöneticilerinin yaptığı şeylerin bu iddianamenin gerekçeleri arasında yer aldığı, ‘örgütle bağlantıyı’ oradan kurmaya çalıştığını görüyoruz. Ama bunların her adımında AKP’nin onayladığı ve istediği şeylerdi. Şimdi hazırlanan iddianamede daha önceki iade gerekçesinin yerine getirildiğini düşünmüyorum. Yeni bir delilin ortaya çıktığını düşünmüyorum. Çok farklı yeni bir şey ortaya çıkmış olsaydı zaten HDP’nin Kobanê dosyasına hemen eklenirdi. Aynı şeyleri yeniden düzenleyip raportörün önüne getirdiler diye düşünüyorum.”
Bu aşamada verilecek olan kararın siyasi olacağına belirten Bayraktar, “İddianame tekrar iade edilirse iktidar blokları arasındaki gerilimin de artığını delili olacaktır” dedi.
MUHALEFET SESSİZ
Çetelerin açığa çıkmasından sonra Erdoğan’ın muhalefete yönelik tehditlerini arttığını dile getiren Bayraktar, “Bunlar birbiriyle kavga ede ede çökecekler gibi bir beklentileri var. Bu onların toptan çöküşüne götürecek bir kavga olduğunu düşünmüyorum. Bu iktidar blokları kendi aralarında kavgaya tutuşup şu ya da bu şekilde darbeleştiklerinde galip gelen taraf tek yanlı iktidarını sürdürmek isteyecektir. Bu süreçte muhalefetin hala sessizliğini koruması özellikle de HDP’nin kapatılması istemi sürecin başladığında bu sessizliğini koruması hiç hayra alamet değil. ‘Sıra bize geldiğinde düşünürüz’ havası var. Daha önce de milletvekillerinin dokunulmazlığında özellikle CHP yolu açmıştı. Ondan sonra sıranın kendilerine nasıl geldiğini gördüler. Adalet Yürüyüşü yaptılar ama bu bile oradan geri dönüşü sağlamadı” diye aktardı.
HDP’nin kapatılır ve karşısında ciddi bir muhalefet olmazsa sıranın İYİ Parti ve CHP’ye geleceğini kaydeden Bayraktar, “Eğer gelmesini istemiyorlarsa daha da susmak zorunda kalırlar. Böyle tehlikeli bir süreç onlar açısından söz konusu. Artık birçoğundan beklemediğimiz isimler bile sokağı işaret etmeye başladılar. Şiddete çağrı değil bu. Toplum sokağa çıkarak iradesini göstermeli. İktidar arasındaki kavgaya umut bağlayarak bu iş çözülmez. Muhalefetin HDP’nin kapatılmasına yönelik sessizliği gerçekten düşündürücü ve vahim" şeklinde konuştu.
‘AİHM AYRIKI AMA SESSİZ’
AİHM Büyük Dairesi’nin kararını da hatırlatan Bayraktar, “Bu kararda HDP'nin kapatma gerekçesi olan iddiaların hepsi çürütülmüş durumda. Yani uluslararası mahkemeyi bile tanımayacak şekilde girişim var ve muhalefet hala suskun. Kılıçdaroğlu bir zamanlar, ‘Anayasa’ya aykırı ama yine de dokunulmazlıkları kaldıracağız’ demişti. Burada AİHM Büyük Daire kararına aykırı bir kapatma davası açılıyor. Buna da sessiz kalınıyor aynı politika şu an devam ediyor. Bu sürecin hukuksal olarak" dedi.
MEŞRU DİRENME HAKKI
Bayraktar, şöyle devam etti: "Şimdiki faşizm süreci, 12 Eylül’den de kötü. Bize şunu gösteriyor; halk sokağa çıkarak devreye girmezse bu süreçte kendi içlerindeki kavgaların yaratacağı sonuçlar yine benzer şekilde olacak. Ne parlamento kürsülerinde yapılacak açılamalar ne hukukçuların değerlendirmeleri bu süreci çözmez. Kürt halkı bunun gösterdi. Gezi direnişi bunu gösterdi. Halkın kendi iradesini gösterme yollarından birisi seçim sandıklarıdır ama daha etkin olanı da sokaklardır. Sokaklar derken illa da şiddetli bir şey değil. Şu anda en küçük sokak eylemini engellemeye çalışıyorlar. Nerede bir eylem varsa doğrudan üzerine saldırıyorlar. Böyle bir süreçte anayasal olarak meşru direnme hakkı vardır. Birçok ülkenin anayasasında yer aldığı gibi Türkiye'nin 12 Eylül öncesi anayasasının gerekçesinde de vardı. İktidarlarının bu politikaları karşısında halkın meşru direnme hakkı vardır. Sokağa çağrı da aslında bu meşru direnişi kullanma çağrısıdır. Bu süreç, Türkiye halklarının meşru direnme hakkının doğduğu bir süreçtir.” (MA)