GÜNDEM

Avukatlar cezaevlerinde başlatılan açlık grevini değerlendirdi: Kayıtsız şartsız, tecrit işkencedir

'Cezaevi idareleri tarafından müvekkillerimizin en fazla baskıya maruz kaldığı dönemler açlık grevi dönemleri.'

Abone Ol

Cezaevlerinde tecride karşı başlatılan açlık grevi 116'ıncı gününde. ÇHD, ÖHD ve Asrın Hukuk Bürosu'ndan avukatlar, "Kayıtsız şartsız, tecrit işkencedir" değerlendirmesinde bulundu.

Artı TV'de yayımlanan Ezo Özer ile ODAK programına katılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Hapishane Komisyonu'ndan Av. Ayşegül Çağatay, Asrın Hukuk Bürosu'ndan Av. İbrahim Bilmez ve Özgürlük İçin Hukuk Derneği'nden (ÖHD) Av. Eylem Arzu Kayaoğlu cezaevlerinde süren açlık grevi eylemini ve tecrit koşullarını değerlendirdi.

'MÜVEKKİLLERİMİZ EN FAZLA AÇLIK GREVİNDE BASKIYA UĞRUYOR'

Av. Eylem Arzu Kayaoğlu cezaevlerinde müvekkillerinin en fazla açlık grevi dönemlerinde baskıya maruz kaldığının altını çizdi. Kayaoğlu, "Cezaevi idareleri tarafından müvekkillerimizin en fazla baskıya maruz kaldığı dönemler açlık grevi dönemleri. Bu açlık grevleri dönemlerinde cezaevi idaresi terditli bir şekilde müvekkillerimize disiplin cezası uyguluyor. Terditli diyorum çünkü ortalama bir açlık grevinin başlamasıyla birlikte öncelikli olarak aile ile görüşmelerinden mahrum bırakılıyorlar. Telefon ve mektup hakları engelleniyor, ardından etkinlik ve bir kısım sosyal faaliyet hakları ellerinden alınıyor. Açık görüşler zaten yapılmıyor, kapalı görüşler de aileden 2 kişiyle yapılıyor. Etkinlikler de pandemi gerekçesiyle zaten yasak. Bunların da tamamı bir araya getirilip bir sonraki aşamada da müvekkillerimiz hakkında birden fazla disiplin cezası uygulanıyor. O disiplin cezaları da hücre cezalarına dönüştürülebiliyor" dedi.

'İMRALI CEZAEVİ ADETA BİR LABORATUVARA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ'

Av. İbrahim Bilmez ise İmralı Cezaevi'nde bulunan müvekkilleri ile en son 2019'da görüştüklerini söyledi. İmralı cezaevinde başlatılan hukuksuz uygulamaların daha sonra tüm Türkiye'ye sirayet ettiğinin de altını çizen Bilmez şöyle konuştu:

"İmralı'daki müvekkillerimizle en son 7 Ağustos 2019'da görüştük. Ondan önce de 2011'de görüşmüştük arada 8 yıllık bir kopukluk yaşanmıştı zaten. Bu ülkedeki bir hapishaneye 8 yıl boyunca hiçbir avukat gidemedi. Biz bu tecrite ilişkin yurtdışında görüşmelerde bulunduğumuzda şu örneği veriyorduk; 'Strasbourg'da bir hapishane var ve 8 yıldır hiçbir avukat gidemiyor, böyle bir şey olabilir mi?' Böyle dediğimiz zaman daha iyi anlıyorlardı. Ama Türkiye'de İmralı Adası'nda bir hapishane var ve 8 yıl boyunca kimse oraya gidemedi. Daha sonra 2018 senesinin son aylarında Leyla Güven'in başlattığı açlık grevinin diğer hapishanelere yayılmasıyla birlikte, önce süresiz açlık grevi şeklinde başladı bir süre sonra da ölüm orucuna çevrildi. O süreçte gencecik insanlar hayatlarını kaybettiler. Ancak onun sonucunda 2019 yılında müvekkillerimizle görüşme imkanı bulabildik. Normal bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi istediğimiz zaman İmralı'ya gidemiyoruz. İmralı hukuk sisteminin dışında. Bu hukuksuzluk sadece oraya dönük de değil. İmralı cezaevi adeta bir laboratuvara dönüştürüldü. Orada hayata geçirilen hukuksuz uygulamalar zamanla tüm Türkiye'ye sirayet ediyor. Örneğin 2004 senesinde Ceza İnfaz Kanunu'nda bir değişiklik yapıldı ve o değişik yapılırken tamamen İmralı'ya özgü, orası hedeflenerek bazı maddeler getirildi. Daha önce Türkiye'de avukat ve müvekkilinin görüşmesinin gizliliği esastı. Fakat bir madde getirildi ve bu uygulama başlatıldı. Bunlar Meclis'te tartışılırken o dönemki muhalefet vekilleri itiraz ediyorlardı. 'Bir kişiyi hedef alarak ona özgü düzenleme olmaz' diyorlardı. O dönem çok fazla tepki toplamadı bu uygulamalar çünkü sadece İmralı'da uygulandı."

'KAYITSIZ ŞARTSIZ, TECRİT İŞKENCEDİR'

Av. Ayşegül Çağatay ise tecritin işkence olduğunu ve bu uygulamanın karşısında durulması gerektiğinin altını çizdi. Çağatay şöyle konuştu,

"Anayasa herkes eşittir diyor ama tüm haklar engellenebiliyor. Aslında bizim burada hareket etmemiz gereken nokta şu; tutsaklar zaten kendi yolunu çiziyorlar. Bir hak ihlali varsa, bu haklar bize kendi kendine bahşedilmedi. AİHM ve anayasada bulunan hiçbir hak bize kendi kendine verilmedi. Bunlar için insanlar bedeller ödedi. Bunların sonucunda bu haklara sahip oldu insanlar. Hiçbir hakkı da direnmeden teslim etmeyeceğimizi söyledik. Peki bizlere yani dışarıya ne düşüyor? Tutsaklar kendi üzerine düşeni yapıyorlar, bizim de dışarıda her türlü başvuruyu eksiksiz bir şekilde yerine getirmemiz, bunu basın yoluyla insanlara duyurmamız, daha fazla insanı bu talepler çevresinde kenetlememiz, uluslararası mercilere de gerekli başvuruları yapmamız gerekiyor. Bazen gerçekten bunlara sonuç alamıyoruz ama bir şeylere diretmek ve bunlardan vazgeçmemek gerekiyor. Kitap, tecrit... Biz insanız ve sosyal yaratıklarız, insana ihtiyacımız var. Tecridin işkence olduğunu da her zaman vurgulamamız gerekir. 'Ona uygulanır başkasına uygulanmaz' dersek biz insan hakları çizgisinden çıkmış oluyoruz. Kayıtsız şartsız, tecrit işkencedir. Buna karşı gerekli mücadeleleri en geniş çerçevede yürütmemiz gerekiyor."