GÜNDEM

Basın danışmanı Zınar Karavil, Demirtaş’ı yazdı

Selahattin Demirtaş'ın basın danışmanı Zınar Karavil, Demirtaş’ın bilinmeyen yönlerini kaleme aldığı “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabı okurları ile buluşuyor.

Abone Ol

Edirne Cezaevi'nde 5 yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Basın Danışmanı Zınar Karavil’in Demirtaş'ı yazdığı “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabı okurları ile buluşuyor.

KİTAP 21 MAYIS'TA RAFLARDA OLACAK

Dipnot Yayınları’ndan çıkacak olan ve Demirtaş’ın cezaevine konulduğundan beri geçen süre boyunca yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeleri ortaya koyan kitap, 21 Mayıs’ta raflardaki yerini alacak. Demirtaş’ın arkadaşları, avukatları, kardeşleri, eşi, hücre arkadaşı ve bizzat kendisinin anlattığı ve okurun şimdiye dek bilmediği pek çok konu bu kitapta yer alıyor. “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabının önsözünü ise Sırrı Süreyya Önder kaleme aldı. Kitabın son sözü ise Selahattin Demirtaş'a ait.

KİTABIN YANIT BULDUĞU SORULARDAN BAZILARI:

  • Cezaevine girmesine yol açan süreçte neler yaşandı?
  • İçeride günleri nasıl geçiyor?
  • Neler yaşıyor, nasıl hissediyor?
  • Dışarıda yaşanan gelişmelere nasıl bakıyor?
  • Cezaevi görevlileriyle ilişkisi nasıl?
  • Bayıldığı gece neler oldu?
  • Ailesinin geçirdiği trafik kazasını duyduğunda ilk tepkisi ne oldu?
  • Hangi haberi duyduğunda çok üzüldü?
  • Neden Covid aşısı olmak istemedi?
  • Kelepçe takılmak istenmesine nasıl karşı koydu?
  • Ne zaman çıkacağını düşünüyor?

'KARDAŞIM SELAHATTİN'İN CEZAEVİ DÖNEMİ'

Sırrı Süreyya Önder’in kitapla ilgili sözleri şöyle: “Bin türlü gölge ve riyayla örtülmeye çalışılan günlerin çetelesini tutup unutturmayanlar var. İşte bu kitabın emeği, böylesine aziz bir yerdedir. Ekmek gibi, su gibi aziz bir emeğin ürünü olan bu kitap, beyaz bir plastik sandalyeden başka koltuğu da makamı da olmayan, yüreği halkla, halkın yüreği de kendisiyle atan bir siyasetçiyi, kardaşım Selahattin'in cezaevi dönemi hikayesini anlatıyor.”

KİTAPTAN KISA BİR BÖLÜM

Kitabın çıktığı Dipnot Yayınları internet sitesinde yayınlanan kitaba ilişkin Sırrı Süreyya Önder’in önsözünden kısa bir bölüm:

“F tipi zindanlar, mimari olarak şizoid mekanlardır. Ziyaretçilere açık bölümlerde gülkurusu ve pembe renklerinin hükümranlığı vardır. Nasıl desem, bir kreşe girmişsiniz duygusu verir insana. Mahkumların kaldığı mekana geçtiğinizi, soğuk gri ve ispirto renklerinden anlarsınız. Bu ‘bölünmüşlük’ cezaevlerindeki her durum için geçerlidir. Girerken ‘han kapısı’dır misal, çıkarken ‘iğne deliği’.

Hücreler ve iç avluların mezar vasfı kazanması için lazım olanla, bir çukurun aynı vasfı kazanması için lazım olan neredeyse aynıdır. Halbuki nizamiye girişlerine, çoluk çocuk pikniğe gidesiniz gelir. Cezaevleri, içindeki her şey gibi renkleri de kontrol altına almaya çalışır. İzin koparabilmiş renkler beyaz, gri ve siyahtır. Yeşil mesela, üniforma rengi olduğundan, lacivert, infaz koruma görevlilerine mahsus olduğundan, kırmızı ise kim bilir hangi vesveseden dolayı yasaktır. Kafa olarak bir üniformalıya benzemeniz için ellerinden geleni yaparlar da kostüm bahsine gelindiğinde, o renkleri ‘zata mahsus’ bir ayrıcalık sayarlar.

Hücrelere gelince, yokun yoka karıştığı yerlerdir dersek kimseye bühtan etmiş sayılmayız. Bu ‘yok’luğun içinde az sayıdaki ‘var’dan ikisi, masa ve sandalyedir. Malzemeleri plastik, renkleri de beyazdır. Kuraldır, zindanı böyle renksiz olan memleketin, dışarısı gökkuşağı gibi olamaz.

İşte Selahattin, Gültan, Sebahat, Figen, Aysel, İdris, Selçuk, Bekir ve yüzlerce seçilmiş siyasetçi yoldaşımız birçok sebebin yanında, bu tek ses, tek renk dayatmasına itiraz ettikleri için, tekliğe inat bir yeryüzü bahçesi düşledikleri için o gri duvarların arasındaki o beyaz sandalyelerde günlerini yine direnerek ve üreterek dolduruyorlar.

Görünürdeki tek unvanları, halen ilk adlarıyla anılabilmek.

Bu gelenekte sadece soyadımızla anılmamız, ancak halkın hatırını yıkmamızla mümkündür. Adıyla ya da soyadıyla serbestçe anılan birkaç kişi vardır; birisi Selahattin’dir, diğerlerini biliyorsunuz.

Diyarbekirliler sandalyeye, hele böyle ufak olanlarına “kürsü”/”kürsi” derler. Sezgilerinin yüksekliğinden değilse ma nedendir? Bugün içerideki her plastik sandalye, dışarıdaki yüzlerce konuşma kürsüsüne bedeldir.”