Hakkâri… Dağların gölgesinde doğmuş, tuz gibi sert ama toprak gibi bereketli insanların şehri. Şimdi o insanlar, cebinde umut taşıyan çocuklarını bir avuç sanal rüyanın uğruna kaybediyor.
Kaybolan Sabahlar ve Değişen Hayaller
Bir zamanlar sabahlar, annelerin çocuklarının saçlarını koklayarak uyandığı kutsal anlardı. Bugün ise sabahlar, odalardan gelen ekran tıklamalarıyla başlıyor.
Babalar bir zamanlar, ekmeğin peşinde canını dişine takarken şimdi ekmeğin yerini sahte zenginlik hayalleri aldı. Çocuklar, ellerinde telefonlar, gözlerinde dipsiz boşluklarla kendi mezarlarını sessizce kazıyorlar.
Bu sadece sanal kumar meselesi değildir. Çocuklar, ekrana sarılmadan önce bir başka şeye sarıldılar: boşluğa.
Gerçek Sebep: Sevgi Açlığı
Bir çocuk, annesinin sevgisiz bakışlarında büyüyemez. Bir çocuk, babasının gölgesinden kaçarken umut bulamaz. İşte tam da bu yüzden, çocuklar ekranlarda dönüp duran renkli çarklarda kaybettikleri sevgiyi arıyorlar.
Bugün Hakkâri’de her sokak başı bir mezar taşıdır. Her ev, içinde kayıp bir çocuğun hayalini barındırır. Çünkü bu şehirde çocukların ruhu önce öldü; bedenler sadece peşinden geldi.
Sanal kumar bir hastalık değildir yalnızca; yıllarca tedavi edilmeyen bir sevgi açlığının patlamasıdır. Ve bu patlamanın enkazı altında kalanlar, bizim geleceğimizdir.
Sessizlikten Yükselen Çığlıklar
Bugün evlerinde sessizce oturan anneler, çocuklarının odasından gelen sessizlikle avunuyor. Oysa o sessizlik, en ağır feryattır.
Bir çocuk susuyorsa, bilin ki içi çoktan yanmıştır.
Ve babalar…
Yorgun bedenlerini kahve köşelerine atıp hayatın yükünü omuzladıklarını sanıyorlar. Oysa en ağır yükü, yalnız bıraktıkları çocuklarının omuzlarına yüklüyorlar.
O çocuklar, sahte şans oyunlarında bir gelecek ararken aslında yalnızca bir çift sıcak göz arıyorlar:
“Ben varım.” diyen bir çift göz.
Ama biz, onların en değerli çağlarını ekranlara heba ettik. Sırtımızı dönüp "Meşgulüm" dedik. "İşim var" dedik. "Birazdan ilgilenirim" dedik.
Ve o “birazdanlar” hiç gelmedi.
Geri Dönüş Mümkün mü?
Bugün hangi özür bir çocuğun kayıp ömrünü geri verebilir?
Bir çocuk, telefonda saatlerce kumar oynamaya başlamazdı; eğer bir zamanlar bir kucakta güven bulsaydı.
Bir çocuk, gecelerce ekran başında ağlamazdı; eğer bir zamanlar bir babanın omzunda huzurla uyusaydı.
Bugün Hakkâri’de yükselen her çığlık, bir annenin zamanında eksik kalan ninnisinin yankısıdır.
Bugün her intihar haberi, bir babanın zamanında suskun kalmış sevgisinin yankısıdır.
Artık dizlerimize vurmanın, mezar taşlarına sarılmanın, ağıt yakmanın bir anlamı yok. Çünkü sevgisizlik telafi edilmez. Sevgisizlik, bir şehrin damarlarına kadar işler ve sonra sessizce öldürür herkesi, her şeyi.
Hâlâ Geç Değil
Belki hâlâ geç değil.
Hâlâ çocuğunun gözlerinin içine bakıp, "Sen benden daha değerlisin" diyebilecek anneler var.
Hâlâ bir çocuğun sırtına dokunup, "Senin yükünü beraber taşırım" diyebilecek babalar var.
Ama bu sözler, şehrin sokaklarına birer birer mezar taşları dikilmeden söylenmeli.
Çünkü bir şehri tanklar yıkmaz; telefon ekranlarının sessiz ışığı yıkar.
Ve son perde kapandığında, birbirimize şu cümleyi fısıldayacağız:
"Burada bir şehir vardı. Çocuklarını kaybedince öldü."