Gezi Parkı eylemleri sırasında Recep Tayyip Erdoğan'ın "Camide bira içtiler" iddiasını yalanlamasıyla tanınan Bezmialem Valide Sultan Camii'nin eski müezzini ve CHP İstanbul 2'nci bölge 10'uncu sıradan milletvekili adayı Fuat Yıldırım, o dönem yaşadıklarını 10 yıl sonra ilk kez anlattı.
Sözcü'den İsmail Saymaz'a konuşan Yıldırım, "Camide içki içildiğini görmedim" dediği için birçok kez tehdit edildiğini söyledi. Yıldırım silahlı bir grubun saldırısına uğradığını şöyle anlattı:
"O zaman daha lojmanı boşaltmamıştım. Lojmanı polis zoruyla boşalttırdılar. Bir şey lazım oldu. Benzinliğe giderken, demek takip edilmişiz yatsı namazından sonra. Herhalde denk gelmez altı kişi tarafından elinde silahla falan. ‘Sen nasıl yalanlarsın Cumhurbaşkanımızı’ diye paldır kültür saldırıya geçtiler. Boğuştuk, boğuştuktan sonra biri silah çekti."
RELATED VİDEO
'EMNİYET’İN İHMALİ VAR'
Yıldırım, Gezi Parkı eylemlerinin ilk gününden beri Bezmialem Valide Sultan Camii'de yaşanılanları şöyle anlattı:
“Günlerden Cuma. Akşam namazına doğru gaz bombası sesleri geldi. Ben Gezi Parkı’nda olay olduğunu bilmiyorum. Bir grup caminin kapısına dayandı. Polis bastırıyor. Grup 1500 kişiydi. Biz korktuk. Kapıyı kilitledik. Yüklenince kilit attı. Dedik ki mabettir. Adabına uygun olun. İkna ettik. Polis çekilince camiyi boşalttık.
Döndük cumartesiye. Ben tek başımayım. Öğle namazına hazırlanıyordum. Bir baktık, sloganlar. Dediler ki CHP’nin Kadıköy’deki mitingi ertelendi. Gezi Parkına destek için halk oraya çıkıyor. Emniyet’in ihmali var. O kadar insan biriktirmeyebilirdi. Sanki bilinçli şekilde getirdiler Dolmabahçe’ye. Beşiktaş’tan, Eminönü’nden harıl harıl insan geliyor. Taksim’e çıkamıyorlar. Yediğimiz gazın haddi hesabı yok. Camiye geçtim. Hamile kadınlar, kronik rahatsızlığı olanlar, yaşlılar var. İnanç turizmi için gelenler sıkışmış. Tek girebileceği kapalı alan cami. Hepsi yüklenince telsiz mikrofonu aldım. Dedim ki “Caminin adabına uygun oturun, ayakkabılarınızı çıkarın.” Sözümün dışına çıkmadılar. Cami boşalıyor, tekrar doluyor. Allah korusun, havai fişek atılsa camiyi yakar. Madımak Oteli’ne döneriz. Aradım valiyi. Aldığım cevap ne, biliyor musunuz. “Hocam başının çaresine bak, oraya polis sokamam.
'BİR İNSANIN GÖZÜNÜN BU KADAR BÜYÜYEBİLECEĞİNİ ORADA GÖRDÜM'
Beyaz önlüklü kızlar ve delikanlılar yaralılarla kapıya dayandı. Bu insanlar yaralı, ölecek. ‘Anlaşma yapalım’ dedim. ‘Caminin iç kısmını açmayalım. İlk ve ikinci giriş bölümünü tahsis edebilirim’ dedim. Yaralılar içeride birikti. İlaç yok. Kaval kemiği kırılmış, kemik çıkmış, kafatası kırılmış, çelik tellerle dikiliyor. Uyuşturmadan, bağırta bağırta. Bir insanın gözünün bu kadar büyüyebileceğini orada gördüm, araba farı gibi sarkmıştı. Gece 3’e kadar ilk yardım yaptık.
Olaylar sakinleşince gittiler. Sabah namazını kıldık. Şükrettim, Yarabbi bir sorun çıkmadı diye.
Pazar günü izinli olmama rağmen döndüm. İmam çekip gidiyor. Caminin güvenliği korkmuş. Girdim camiye saat 10-11. Nerden müdahale edeceğimi bilmiyorum. Camideki sağlıkçılara bakıyorum, cumartesi günküler değil. “Kapıyı açmıyorum” deme şansın var mı? Sokak yanıyor. Gencecik polisleri getirmişsin Anadolu’dan, vermişsin emri, dayıyor gazı-copu. Nereye gideceğiz?
MİNARENİN SES SİTEMİNDEN ANONS YAPILMIŞ: İÇERİDE SAYISIZ YARALI VAR, LÜTFEN BASKI YAPMAYIN
Saat geçtikçe şiddet ve panik artıyor. İçeridekiler kapıları kilitledi. Çünkü artık almıyor. Yaralı çok. Ya denize atacak kendini ya camiye girecek. Bir grup kepçeyi kapıyor, Dolmabahçe ofise doğru… Kıra kıra geliyor polis. Kabataş tarafı kesik. Gümüşsuyu kapalı. Açtım telsiz mikrofonu, minarenin ses sistemini. Başladım alana hitap etmeye. Dedim ki “İçeride sayısız yaralı var, lütfen baskı yapmayın, caminin kapısını açın ki yaralıları çıkaralım.” Biraz sakinleştirdim. Mikrofonu aldım. Çarpıcı bir ses olması lazım. Tekbirle girdim camiden içeriye. Bütün kafalar döndü. “Caminin hocasıyım, bana biat etmezseniz, dışarıdaki arkadaşlarınız bizi yakacak, beni dinleyin, iznim olmadan polis müdahale edemez” dedim. Oturdular, dinlediler. Provoke edenleri susturdular. Milli ve dini duygularına dokunarak sakinleştirdim. “Bana söz verin, sizin adınıza polisle pazarlık yapacağım” dedim. Ayakkabı bulamadım. Çıplak ayakla çıktım. Pazarlık yaptım. Baskıyı azalttılar. Dedim ki ‘Çocuklar çıkabilirsiniz ama Taksim’e çıkmak yok.’ Sabah namazına doğru camiyi teslim aldık.
BİR BİRA KUTUSU CAMİDE GEZDİRİLMİŞ
Güvenlikçiyle kontrol ettik. Caminin ikinci girişine girerken, kadınlar bölümünde pencere önünde ezik boş bir bira kutusu kırık kaldırım taşıyla beraber orada. Çocuğa diyorum ki, “Hiçbir şeye dokunmuyorsun, olay yeri inceleme ekibi gelecek, onlar açabilirsiniz derse temizlikçiler girsin. Bakan dahi gelse almıyorsunuz.”
Saat 9 civarı güvenlikçi geldi. “Hocam” dedi, “Camiye Meclis’ten birileri geldi.”
Bugün Milli Saraylar Başkanı olan Yasin Yıldız, “Meclis Genel Sekreter Yardımcısıyım. Camiyi görmemiz lazım” diyor. Memurlar korkuyor, açıyor. Yıldız ekibiyle beraber kamerayla çekim yapıyor. Olay yeri inceleme girmeden. Bu delil karartmaktır. Nihayetinde oldu.
İçeri girdim. Dedim ki “Beyefendi, siz izinsiz çekim yapamazsınız, suç işliyorsunuz.”
Pencerenin önünde olan bira kutusu yerdeydi. Cami içinde, yerde. Halının üzerinde.Çıkarttım onları. Kapıları kilitledim. Ertesi gün oldu. Radikal Gazetesi’ni açıyorum. Manşet. Bira kutusu mihraba atılmış, zumlanmış. Minbere atılmış, zumlanmış. Caminin göbeğine atılmış, zumlanmış. Sanki o bira kutusu, 10 tane bira kutusu.
'CUMHURBAŞKANI HER İFADE ETTİĞİNDE BENİ TEHLİKEYE SOKTU'
“Diyanet’in teftiş kurulu geldi, olaya el koydu. Araştırmalarını yaptılar. Raporlarını yazdılar. Bize dokunulmadı. Ama bu siyasi olarak kullanılmaya başlandı. Erdoğan, yanlış insanlar tarafından bilgilendirildi, onunla yetindi. Her mitingde ‘Camide içki içtiniz, ayakkabıyla girdiniz’ dedi. Cumhurbaşkanı her ifade ettiğinde beni tehlikeye soktu. Tehditler yağmaya başladı. Can güvenliği endişem giderek artmaya başladı.
İkinci teftiş raporuyla önümü kestiler. Kayaşehir’e atandım. Gitmedim. ‘Artık’ dedim, “Bitti bu iş, bırakacağım.” Diyanet İşleri Başkanı elçi gönderdi, Arap Camii’nde geçici olarak görevlendirildim.
Her gündem olunca tehditler başlıyor. Açıyor adam bana telefon, “bak” diyor, “basına çok malzeme veriyorsun, seni kafanı kırarım” diyor. Bunlar benim yiyip yutacağım şeyler değil. “Peki, gel kafamı kır.” En nihayetinde yapıldı o.
'SİLAHIN KABZASIYLA VURDU'
O zaman daha lojmanı boşaltmamıştım. Lojmanı polis zoruyla boşalttırdılar. Bir şey lazım oldu. Benzinliğe giderken, demek takip edilmişiz yatsı namazından sonra. Herhalde denk gelmez altı kişi tarafından elinde silahla falan. ‘Sen nasıl yalanlarsın Cumhurbaşkanımızı’ diye paldır kültür saldırıya geçtiler. Boğuştuk, boğuştuktan sonra biri silah çekti.
Dedim ki ‘Çektin sık o zaman.’ Cesaret alamadı. Silahın kabzasıyla vurdu. Derimi yırttı, aldı götürdü. Geri dönmek mecburiyetinde kaldım. Evde hasta baldızım var, kanser hastası, biz bakıyoruz. Genç kızım var. Kafamın kırığını ve kanı görmemesi lazım. Travma açar. Kan durmuyor. ‘Böyle olmaz seni hastaneye götürelim’ dediler. ‘Basına düşer’ dedim. Kanamayı kan taşı sürte sürte durdurmuşum.” (Kaynak)