Tarihi geçmişe sahip olan geleneksel çini sanatı, günümüzde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Çini, form verilerek ilk pişirimi yapılmış çamurun (bisküvi) üzerinin belirli desen, teknik ve boyalarla boyanıp, sırlanıp, yeniden fırınlanmasına dayanan bir süsleme sanatıdır. İlk çini örnekleri eski Mısır, Orta Asya ve Mezopotamya bölgelerinde tuğla üzerine tek renk sır uygulanmasıyla ortaya çıktı.
Mersin’de yaşayan çini sanatçısı Merve Kara da bu sanatı sürdürüyor. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Çini İşlemeciliği ön lisans bölümünde eğitim gören Kara, daha sonra Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksek Türk Sanatları Bölümü Çini Anasanat Dalı’nda lisans eğitimini tamamladı. Mezun olduktan sonra Mersin’e dönen Kara, burada MerveKaraTileArt ismiyle bir atölye kurdu. Kara, atölyede hem çini sanatına meraklı olanlara kurs veriyor hem de kişisel çalışmalar ve sergiler için yeni eserler üretiyor.
ATEŞİN BULUNMASIYLA…
Çini sanatının geçmişinin bilinenden daha eski olduğuna değinen Kara, “Yüzlerce yıllık tarihi geçmişi olan bir sanattan bahsediyoruz. Ateşin bulunmasıyla birlikte insanlar öncelikli olarak ihtiyaç üretimi yapmışlar. Gündelik yemek çanakları. Fakat sonrasında kendi kültür ve zevklerini bu kaba aktarıp, süslemişler, kabı şekillendirip, desen ve renk vermişler. O nesneyi kişiselleştirip, kültürel bir kimlik kazandırmışlar. İnsanların sahip olduğu şeyleri güzelleştirme, ona bir estetik değer katma çabası yüzyıllar boyunca devam etmiş ve o tek renkli, basit süslemeli kap kacaklar, çömlekler bu süreç içerisinde her daim kendini yenileyerek, yeni tekniklerle, farklı pişirimlerle 21’inci yüzyıla kadar değişimini devam ettirerek gelmiş. Aslında genel olarak bizler de çini deyince aklımıza sadece Osmanlı gelir. Camilerin, sarayların duvarlarını süsleyen çiniler gelir. Fakat çini sanatı Osmanlıdan çok daha önce doğmuş bir sanat. Orta Asya’dan göçle beraber Anadolu topraklarına gelen ve geçtiği, konakladığı her bir toplumun kültüründen beslenen bir sanat olarak bu topraklara gelip, kendine has formunu, renklerini ve desenini kazanıp, buradan da yolculuğuna Avrupa’ya doğru devam etmiş” diye konuştu.
YAPIM AŞAMASI
Çini sanatının zor bir sanat olduğunu aktaran Kara, emek isteyen bir sanat alanı olduğunu kaydetti. Bir eseri yapmak için 3 aşamadan geçtiğini ifade eden Kara, “Çiniyi yaparken öncelikle bir çamura ihtiyacınız var. Çalışacağınız form ne ise onu belirlemeniz gerekiyor. Biz genel olarak çinileri camilerde ya da saray duvarlarında gördüğümüz için farklı formlara alışık değiliz. Çininin birçok farklı kullanılan formu var. Formdan bahsettiğim şey şekil, yani ne olarak kullanacaksınız çiniyi? Bir duvarda pano mu? Dekor objesi olarak mı? Yoksa günlük ihtiyaçlarınız karşılayacak bir nesne olarak mı kullanacaksınız? Öncelikle buna karar veriyorsunuz. Örneğin dekor objesi bir vazo olarak karar verdiniz diyelim. İlk aşama işin mutfağında, Alçıdan bir kalıp yapmanız gerekiyor. Oluşturulan kalıp ana temel kalıp. Özel bir formülle elde edilen çini çamuru kalıbın içine yerleştiriliyor. Bir vazo şeklini alıyor. İlk pişirim aşamasından sonra çini sanatı başlıyor. Fırın sonrası düzgün bir zemin için zımpara yapılıyor. Forma vermek istediğim deseni çiziyorum. Bu iş zahmet istiyor çünkü tamamen geleneksel yöntemlerle yapılır. Daha sonra kendi özel fırçaları ve kendi özel boyasıyla boyanarak sırlanır ve yeniden fırınlanır” şeklinde konuştu.
SON SÖZÜ FIRIN SÖYLER
Boyama aşamasının da zahmetli olduğuna değinen Kara, “Çünkü boyadığınız renkle son aşamada fırında çıkan renk aynı olmaz. Bunu bilerek dikkatli bir şekilde boyamanız gerekmektedir. Aynı zaman da hangi dönemi çalışıyorsanız, o teknikte o formda boyama yapmak zorundasınız. Sonrası sırlama işlemimiz var (sırlama: çinin son halini aldıktan sonra, fırına girmeden önce yüzeyinin camla kaplanması). Sırlamadan sonra en son aşamamız fırındır. Fırın aşaması her zaman riskli bir durumdur. Muhteşem kusursuz bir eser yapsanız da, son sözü fırın söyler. Fırına giren ürünler ne kadar sağlam görünse de kaderiniz fırına bağlıdır. 2 gün boyunca 930 derecelik ısıda ürünleriniz pişer ve o fırına müdahale edemezsiniz. 2 gün sonra açtığınız fırında kusursuz yaptım dediğin o eserler bazen kırık bazen hatalı çıkar. Sonucu belli olmadan ortaya emekle, çabayla bir eser koyuyorsunuz” ifadelerini kullandı.
Kurduğu atölyede öğrencilerine eğitim verdiğini aktaran Kara, öğrencilerinin talebinin daha çok modern çini üzerinde çalışmak oluğunu söyledi. Çoğunlukla eğitime çini sanatını bilenlerin geldiğini söyleyen Kara, “Hem geleneksel hem modern çini çalışmak isteyenlere yardımcı oluyorum. Her ne kadar çini dediğimizde akıllara laleler, karanfiller gibi şeyler gelse de, çini çok geniş bir sanat alanıdır” dedi.
ALIŞILMIŞIN DIŞINDA ESERLER
Çini sanatının gelişmesini istediğini vurgulayan Kara, “Bu sanatı 21’inci yüzyıla nasıl uyarlayabiliriz? Bugünün sanat anlayışına nasıl aktarabiliriz? Benim esas çini anlayışım budur. Geleneksel çini eğitimi aldım. Zaten bu eğitimi almadan çiniyi günümüze adapte edemezsiniz. İzleyiciler de aslında bizden bunu istiyor. Yoksa gidip saraylarda, camilerde geleneksel çiniyi görebilirler. Son dönem fabrikasyon ürün üreten ünlü bir firma en meşhur deseni alarak, yemek takımı çıkarıyor. İnsanlar buna rahat bir şekilde sahip olabilirler. Bir sanatçı olarak sanat kaygısı taşıyan biri olarak sadece geleneksel çiniyi sunarsam, bu durumda eksik kalacağımı düşünüyorum” diye belirti.
KADIN GÜCÜ
Çini sanatının zorluklarını anlatan Kara, “Bu işin bir alt yapısı var. Alt yapısında çalışmak zahmetlidir. Alçıları taşımak, kalıp almak, aletleriyle çalışmak, zımpara yapmak gibi arka tarafta görülmeyen zorlu bir süreç var. İnsanlar bunu öğrendiklerinde ‘evli misin, eşin yardım ediyor mu?’ ya da ‘yardım eden erkek arkadaşın var mı?’ gibi şeyler soruyorlar. İnsanlar sürekli erk gücü arıyorlar. Ama hayır, ben kadın olarak tek başıma bunu yapıyorum. O alçı torbasını tek başıma taşıdım. Kalıbı tek başıma yaptım. Fırını tek başıma yakabilirim. Yaptım ve yapmaya da devam edeceğim” diye konuştu.
MA / Cemil Uğur