Gazete Karınca yazarı Erdal Doğan, gazeteci Aslı Aydıntaş'ın '1990'lardaki gibi sistematik işkence bugünlerde yok' değerlendirmesine karşıt olarak cezaevlerindeki nüfusun 300 bini aştığını belirterek "Şu an itibariyle yaklaşık 300 bin kişinin mahpus tutulduğu beton cehennemleri! Son yıllarda sistematik işkence yok demek de; gözaltına alınıp bırakılanlarla birlikte on binlerce insanın her bir aşamasının işkenceye dönüşen o cehennemi dünyanın görülmez kılınmasıdır." diye yazdı.

Cezaevlerinde meydana gelen hak ihlalleri ve işkencelerden örnekler veren Doğan yaşananlar için "Cinayet içinde cinayet, tutukluk içinde tutukluluk, işkence içinde işkence!" yorumunu yaptı.

Edirne F Tipi Cezaevi'nde yaklaşık olarak 5 yıldır tutulan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da cezaevlerindeki duruma dikkat çekerek muhalefet liderlerine "Çeşitli ziyaretler gerçekleştiren muhalefet liderleri, 300 bin nüfuslu cezaevlerini ziyaret etmeyi de düşünür müsünüz acaba?" diye sorarak çağrıda bulunmuştu.

Doğan'ın Gazete Karınca'da "Cinayet içinde cinayet, mahpus içinde mahpus, işkence içinde işkence!" başlığıyla yayımlanan yazısının bir kısmı şöyle:

10 Ekim’de katledilenler anıldı 10 Ekim’de katledilenler anıldı

“1990’lardaki sistematik işkence bugünlerde yok!” Bu siyasal propagandanın devamı şöyle gelebilir: “O yıllarda herkeste ne cep telefonu vardı ne de her evde buzdolabı vardı! hatta her ilde bu kadar cezaevi de yoktu çok şükür ki tüm bunlara bu son hükümetler döneminde kavuştuk.”

Evet yangın yeri cezaevleri! Mevcutlar yetmezmiş gibi yenilerinin yapımı ekonomik kalkınma programına alınarak müjdesi verilen cezaevleri! Şu an itibariyle yaklaşık 300 bin kişinin mahpus tutulduğu beton cehennemleri! Son yıllarda sistematik işkence yok demek de; gözaltına alınıp bırakılanlarla birlikte on binlerce insanın her bir aşamasının işkenceye dönüşen o cehennemi dünyanın görülmez kılınmasıdır. Yalnız o mu? 300 bin kişilik mahpusun adli ve mahpus süreçlerinin her bir aşamasını da.. Özelikle de hasta mahpusların yıllardır süren işkenceli yaşamlarını da..

Pandemi nedeniyle cezaevlerinde başlayan aile ve avukat görüş sınırlamalarının da neredeyse kalıcı hale gelişini de görünmez kılmaktır!

O kadar çok şeyi görünmez kılar ki görünmez kılınanlar bir kitap çapını aşar..

Bu yazıyı kaleme aldığım sırada tutukluluğu halen Edirne F tipinde devam eden eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş da cezaevlerindeki duruma ilişkin sosyal medya hesabından paylaşımlar yapmaktaydı. Bir siyasetçiden ziyade kıymetli bir insan hakları hukukçusu olarak tanıdığım, bildiğim, arkadaşım Selahattin Demirtaş’ı en son cezaevi ziyareti öncesinde çok ciddi hayati bir sağlık sorunu yaşamış ve o an için atlatmıştı. Yıllardır tek koğuş arkadaşı eski Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan’ın bu durumu zamanında fark ederek ciddi çabası, ailesi ve avukatların da yoğun çabalarıyla nihayetinde hastaneye sevki sağlanmış belki ölümden kurtarılmıştı.

Demirtaş bu durumunu özellikle ön plana çıkarmasa da sağlığına dair taşıdığı ciddi riskler yakın ailesi ve doktorunu halen endişelendirdiğini tekrar kaydetmek lazım. Son görüşmemizde kendisinin bu durumunun bizleri endişelendirdiğini söylediğimde ise Demirtaş: “cezaevlerinde benden çok daha ağır durumda onlarca mahpus var, böyle bir tablo karşısında kendimi, hastalığımla ön plana çıkarmayı yakışıksız bulurum, hastalığım nedeniyle tahliyemi istemem, ölürsem de bunun tüm sorumluluğu arkadaşlarım gibi bizleri içerde rehin tutanlardadır!” Bunları söyleyen hayati kalp sağlık sorunları olan, hakkında AİHM’in tutukluluğuna dair çok kez hak ihlali verilmesine rağmen tahliye edilmeyen bir siyasi rehine olarak tutulan eski HDP eş genel başkanı, iki kez o koşullarda CB adayı olmuş Demirtaş.

Hukuk cinayetleri olarak adlandırdığımız süreçlere yüzlerce hasta mahpusun durumu; işlenen cinayet silsilesi içinde çok ağır bir sistematik işkencenin normalleştirilmeye çalışılmasıdır!

...

Cinayet içinde cinayet, tutukluk içinde tutukluluk, işkence içinde işkence!