GÜNDEM

"Ersin Korkut yalnızlığı"

Türkiye’de ırkçılık bireysel değil, çerçevesi çok ince örülmüş örtük bir sistemdir. Kürtlüğü alenen hedef almaz ama “elde ettiği” Kürtler eliyle bu kimliği tahrif eder, kırılganlaştırır.

Abone Ol

Hakkârili oyuncu Ersin Korkut yıllara yayılan emeği ve çabası sonucu belli bir kariyer sağladı. Tiyatro oyunlarında, sinema filmlerinde, dizilerde çoğunlukla “kafası çok basmayan” ama “saf olduğu için” de komik bulunan tiplemeleri canlandırdı. Kürt aksanını oyunculukla harmanlayınca da epey komik-başarılı bulundu ve moda tabirle “milyonların gönlünde taht kurdu.” Fakat o tahtın bazı şartları vardı ve Korkut, tıpkı akrabası Yılmaz Erdoğan gibi o şartı ihlâl etmemeyi öğrenerek ilerlemeliydi: Kürtlüğünü “Kürtmüş gibi” veya “kökenli” olarak yaşamak. Bu hudutları aşmamak. “Tehlikeli” Kürtlükle, eşitlik, özgürlük talebiyle, zulme itiraz edenle arasına popüler kültür dünyasının perdelerini çekmek.

Söz konusu “tahtın” şartlarından en ufak bir kayışın, dalgınlığa denk gelen bir hatanın bedeli, elde edilen tüm kariyerin tek kalemde silinmesini gündeme getirir: Perde açılır ve yıkanarak arınmaya çalıştığın kimliğin, banyodaki çıplak halin ekrana yansıtılır. Yediğin ekmeğin senin, emeğinin hakkı değil, “bu ülkenin ekmeği” olduğu hatırlatılır ve üstüne muz kabukları fırlatılır.

Ersin Korkut bu anlamda yalnız değildir. Örnekleri sayısızdır.

Korkut bu nedenle yargılayacağımız veya yadırgayacağımız son kişi olabilir. Çünkü bu ülkedeki örtük ırkçılık veya Türk üstünlükçü rejimin “yükselmek isteyen” Kürtleri bağladığı şartlardan biri de bu.

Kürtlüğünüzü gizleyemeyebilirsiniz, ki size açıktan dayatılan da bu değildir. Ama kodlanmış haliyle “Kürtlükten” ayrıldığınızı bir şekilde göstermek zorundasınız. Dersimliyseniz, “Tunceliliyim”, “aslen doğuluyum” diyerek istenen mesajı verebilir, teslim bayrağını gösterebilirsiniz mesela. Fakat bunu sürdürülebilir de kılmalı, yani Korkut’un geçen hafta yaptığının aksine “yaş tahtaya” basmamalısınız.

Olayı bilmeyenler için hatırlatalım.

Diyarbakır’da çekildiği anlaşılan kısa videoda bir adam soruyor Korkut’a:

“Diyarbakır’ı nasıl buldun abi?”

Ersin Korkut: Diyarbakır; Amed, Amed, başkentimiz. Seviyoruz Amed’i.

“Amed başkentimiz arkadaşlar.”

Korkut: Seviyoruz Amed’i.

Amed’in “başkent” olduğuna dair binlerce şarkı, kitap sayfası, dengbêj kelamı her yerde dolaşıyorken Kürtler için gayet sıradan bir muhabbet bu.

Fakat videonun sosyal medyada yayılmasının ardından binlerce ırkçı-faşist, Korkut’un tutuklanması çağrısı yaptı, “Türk’ün gücünü” gösteren şiddet görüntüleriyle tehditler savurdu. Korkut’un derhal hapse atılması için kampanya başlatıldı, savcılar göreve çağrıldı. Yaşanan aslında yeni bir Ahmet Kaya vak’asıydı.

Ardından Korkut aman dileyen bir açıklama yaptı: “Ben Diyarbakır’ı bu yörenin, bölgenin kültür başkenti anlamında söyledim. Hatta gündüz bunu anlatan bir paylaşım da yaptım. İzmir, Ege’nin kültür başkenti, merkezidir. Bunun gibi. Bu anlamda söyledim, ama düşüncemi doğru ifade edemedim. Ben siyasetten anlayan bir insan değilim. Tabii ki tek başkentimiz vardır ve Ankara’dır. Çok üzgünüm. Ben Türkiye’de herkesin birlikte mutlu bir şekilde yaşamasından başka hiçbir şey düşünmem. Herkesten özür dilerim.”

Fakat bu son derece dramatik “verecekli” özrü de kesmedi.

Muhtemelen bundan sonra Korkut’a yönelik ambargolar da devreye girecek, o gizli el Korkut’a karşı inceden inceye işleyecek.

Nitekim Milliyet gazetesinden Ali Eyüboğlu, Korkut’un özrünü yeterli bulmayıp yeni şartlar koştu: “Ersin Korkut, bu açıklama yerine keşke İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in yayımladıkları bildiriyle tepki toplayan 103 amiral için kullandığı sözcüğü hatırlayıp, şöyle deseydi: ‘Kafam biraz güzeldi, yaptığım zevzeklikti, özür dilerim.’ Böylesi daha samimi olurdu ve #Ersinkorkuttutuklansın diye tweet atanlara TikTok’ta söylediklerini unutturabilirdi. Ersin Korkut’a olan öfke hâlâ dinmediğine göre, oyuncu TikTok’taki gafını ya da kişisel zaafını unutturacak başka şeyler yapmalı. Aksi takdirde, Ersin Korkut, sadece ‘Amed’in gözdesi olarak kalır.”

“Sadece Amed’in gözdesi olarak kalır” tehdidi, yukarıdaki tüm bahislerin teyidi aslında.

Eyüboğlu’nun açıktan gösterdiği Türklük sopası, gücünü tam da Korkut’un öğrenilmiş korkusundan alıyor.

Oysa özür dileyene kadar Korkut Amed’in “gözdesiydi” ama özür diledikten sonra Amed’den de oldu, Ankara’dan da. Bu anlamda Ersin Korkut yalnızdır.

İnsanın elde ettiklerinin eline düşmemesi için elindekileri her zaman elden çıkarma cesaretine sahip olması gerekiyor. Bu cesaret, geçmişindeki yoksunluktan korkmamakla elde edilebilir. “Eskiye düşme” korkusu insanı sürekli daha fazlasına mahkûm kılacağı için, kimi insanlar, ileriye fırlatmaya yardımcı olan destek araçlarından “kurtulan” uzay roketleri gibi, bir süre sonra kendilerine ait her şeyden “kurtulmak” durumunda kalır. Gerçekten çok dramatik bir tutsaklık bu.

Yüzünüzde “kökenli” makyajıyla dolaşırken aldığınız alkışlar, makyaj aktığı anda öfkeye, nefrete, çıldırtıcı bir kine dönüşüyorsa ya o makyajı yıkayıp atar veya tekrar sıkı sıkıya yüzünüzü kapatırsınız. İnsan tercihleriyle mi yaşar, tercihlerinin tutsaklığıyla mı?

Açık Kürt olmak, Kürt “kökenli” olmaktan, yani Kürdün “Kürtmüş gibi” yapıp asla Kürt olmamasından çok daha “kolay” değil mi?

Kürt kimliğinin arkasında durup mümkünse bunun için mücadele etmek milimlik dengeler gözetmeyi, “Türk’ün gözünden düşme” korkusuyla yaşamayı gerektirmiyor. Saflar açıktır ve herkes birbirine açıktan mukabelede bulunur. Siz kimliğinizi savunursunuz, devlet de o oranda size çeşitli yol, yöntem ve dozajlarda şiddet, zulüm uygular.

Fakat kimliğini gizleyemeyecek kadar Kürt ama ondan bahsetmeyecek kadar “kökenli” olarak yaşamak, Türk üstünlükçü (bu kavramsallaştırmayı Cogito Dergisi'nin son sayısında, Güllistan Yarkın’dan ödünç alıyorum) bir rejimde “açık Kürt” olmaktan çok daha zorlu, çok daha hassas ve tuzaklarla dolu.

Cem Yılmaz’ın tabiriyle “birtakım komiklikler-şakalar” yaparak eğlendirdiğiniz insanlara o güne kadar “mış gibi” gösterdiğiniz veya sadece komedi sosuna bulayarak kabul edilebilir kıldığınız kimliğinizin hakiki suretini gösterdiğiniz anda, külahlar değişilir.

Aynı şartlar, Türk üstünlükçü rejimin kodlarıyla çevrelenmiş Türkler için de geçerli. Kürtlerle ittifakın onlar açısından da belli bedelleri var ve devlet Kürtlere yönelik uygulamalarını sertleştirdiği anda ilk önce Kürtlerin halayına katılmış Türkleri teker teker sahadan eler. Bu elemeye direnenler de bazen Kürtler kadar devletin gazabına uğrar.

Türkiye’de ırkçılık bireysel değil, çerçevesi çok ince örülmüş örtük bir sistemdir. Kürtlüğü alenen hedef almaz ama “elde ettiği” Kürtler eliyle bu kimliği tahrif eder, kırılganlaştırır. “Kürt olduğu halde” ilerleyebilmiş olanları sürekli borçlandırır.

O yüzden “kritik” dönemlerde söz konusu Kürtlerin “mış gibi” yapması bile yetmez. Çünkü siz aynada kendinizi beyaz bile görseniz, sokakta beyaz maske bile taksanız, ırkçı sistemin radarının dışına çıkamaz, cebinizde yüklü bir borçla dolaşırsınız.

Etnik kimliği Kürt ama bunu her zaman gizleyerek kariyer basamaklarını tırmanmış olan AKP’li Bekir Bozdağ örneğini hatırlayalım. 2018 tarihinde Danıştay’ın “Andımız”ın kaldırılmasına ilişkin yönetmeliği iptaline tepki gösteren Bozdağ’a Devlet Bahçeli’nin uyarısı hâlâ akıllarda: “Sayın Bozdağ Kürdüm, özgürüm diyebilir. Dilini tutan yoktur. Sus otur yerine diyen de yoktur. Buyursun, mizaç ve meşrebine müzahir değerlendirmesini yapsın. Türk milleti kendisini en güzel ve yüksek mevkilere taşımıştır. Ama kendisi Türk milletini düşürmeyi aklından geçirmesin. PKK’lıyım, bölücüyüm, Kürdistan için çalışırım diyen varsa cezası bellidir, sonuçlarına katlanacaktır. Uyarıyorum, Sayın Bozdağ buna çok dikkat etsin.”

Bahçeli tarafından “borcu” hatırlatılan Bozdağ’ın kendisine arka çıkan Erdoğan’ın konuşması sırasında gözyaşlarını tutamadığını ama yıllarca Türk sağ siyaseti içinde Kürtlüğünü örterek tırmandığı kariyer basamaklarını ağır adımlarla da olsa inmekten kurtulamadığı veya en azından tırmanışının durdurulduğu gözden kaçmamalı.

“Biz Türkiye denen, dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mensubumuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için bundan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu memleketin yegâne efendisidir, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”

1930 yılında Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı bu uyarı, aynı zamanda yolun başındaki devletin gizli yasası, çerçevesi olarak hep işledi. Bu çerçevenin içinde kalarak kariyer basamaklarında yükselenler bu hakikati çok iyi biliyor ve adımlarını ona göre atıyor. Fakat ne yaparsınız, bazen insanın dalgınlığına geliyor ve o şatafatlı günler, alkışlar, tezahüratlar, sevgi seli gidiyor, herkes en çıplak haliyle sahnede beliriyor.

Peki bu sahnedeki çıplak şiddet tehdidi karşısında Ersin Korkut yalnız mıdır, değil midir? Sanırım kendisi bunun kararını verdi.