SİYASET

Gülten Kışanak: Ortaklaşmanın tek yolu, siyasi partiler arasında kurulan seçim ittifakı değildir

Dört yıldır tutuklu bulunan Gültan Kışanak, Kandıra Cezaevi'nden gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Abone Ol

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanlığı görevini yürütürken tutuklanan ve hakkındaki ‘terör örgütüne üye olmak’ ve ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçlarından mahkûmiyet kararı bozulmasının ardından yargılaması süren, aynı zamanda ‘Kobane olayları’ dosyasına da dahil edilen tutuklu siyasetçi Gülten Kışanak, Kandıra F Tipi Cezaevi’nden gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Ekmek ve Gül’den Elif Ekin Saltık’ın sorularını yanıtlayan Kışanak, son dönemde siyasi partiler arasındaki görüşmeler ve ittifak arayışına ilişkin, “Ancak ortaklaşmanın tek yolu, siyasi partiler arasında kurulan seçim ittifakı değildir. Toplumsal zeminde kurulacak ittifaklar, siyasete yön verir” değerlendirmesinde bulundu. Kışanak yargılama ve cezaevinde pandemi döneminde yaşananlara ilişkin de konuştu.

Malatya’da görülen duruşmada savunmalarının dahi alınmadığını hatırlatan Saltık’a cevap veren Kışanak, şöyle konuştu:

“Yargılama ortada bir suç varsa, bir mağdur varsa, hakikati ortaya çıkartıp mağduriyeti telafi etmeye, adaleti tesis etmeye yönelik bir süreçtir. Hukuk terminolojisi açısından bakıldığında ortada bir yargılama değil; siyasi öç alma, siyasi rakiplerini etkisiz hale getirme, muhalif olmanın bedelini ödetme, demokratik siyaseti tasfiye etme çabası var. Yargı da bunun aracı haline getirilmiş. Bizler siyasi rehineler, yargıçlar, iktidarın talimatıyla çalışan memurlar, mahkeme süreçleri sanal-kapalı devre işleyen formaliteleri yerine getirme işlemi gören bürokrasi... Mevcut durumu tanımlamak için “yargı siyasallaştı” tanımı bile yetersiz kalıyor. Partizan-militan ve temel işlevinden uzaklaşmış bir yargı var. Yargı öylesine temellerinden sarsıldı ki önümüzdeki yıllarda, durum daha da vahim olabilir. İktidar tarafından partinin il ve ilçe örgütlerinden alınarak yargıya geçiş yapan kişiler, bizim davalarımızı adeta ‘hukuksuzluk stajı’ yapıyor.

"Sizlerin de bildiği gibi benim ve Sebahat Başkan’ın hakkında açılan davada mahkeme, yerel seçim öncesinde, apar topar karar verdi. Duruşmalara katılma talebimiz reddedildiği, biz de SEGBİS’i kabul etmediğimiz için savunma bile yapamamıştık. Ben sadece bir kez duruşmaya gidebilmiştim, Sebahat Başkan ise hiçbir duruşmaya katılmamıştı. Buna rağmen, iktidarı seçim meydanlarında argüman üretmek için mahkeme davayı karara bağladı. Seçimden geçtikten sonra İstinaf davayı bozdu. Onlarca yeni dosya bu dava ile birleştirildi. Ancak bu kez de pandemi nedeniyle duruşmalara götürülmüyoruz. Biz Kocaeli’den, avukatlar Diyarbakır’dan ve farklı illerden Malatya’daki duruşma salonuna SEGBİS üzerinden bağlanarak duruşmalar yapılmaya çalışılıyor. Küçük bir bilgisayar ekranın 5’e 6’ya bölündüğünü düşünün; kimse kimseyi görmüyor, ses yeterince anlaşılmıyor (doğal olarak SEGBİS çözümleri yanlış yapılıyor), bağlantı iki de bir kesiliyor ve daha birçok problem. Ama anlaşılan yine ufukta bir seçim görülüyor ve yukarıdan “Bir an önce bitirin” talimatı gelmiş olmalı ki savunmalarımızı yapmadan savcı esas hakkındaki mütalaasını okudu. Mahkeme adeta ‘Sizin ne diyeceğin izin önemi yok, benim kararım belli’ tutma içerisinde.

"Başından beri söylüyoruz bu davalar hiç açılmamalıydı. Ortada bir suç yok. Basın açıklaması yapmak, mitingde konuşmak, iktidarı eleştirmek, yapılan yanlışları protesto etmek bir suç değil, anayasal bir haktır. Bir milletvekili, belediye başkanı partisinin programını anlatmadan, bu kapsamda eylem etkinlik yapmadan nasıl siyaset yapacak? Bu davalarla bizlerin, kadınların, Kürtlerin, barış ve demokrasiden yana olanların siyaset yapma hakkı ortadan kaldırılmak isteniyor. Muhalefete bedel ödetmek isteniyor. Türkiye’de demokrasi mücadelesinin en öncelikli konusu herkes için siyaset yapma, sözünü söyleme, eylem ve etkinlikte bulunma hakkının geri alınmasıdır. Biz de dava sürecinde bunu yapmaya, demokratik siyasetin bir hak olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Belki mahkeme heyeti için bunun bir önemi yoktur ama tüm Türkiye toplumu için demokratik siyaset kanallarının açık olması, ekmek su kadar elzemdir. Biz de halka ve demokratik siyasete karşı taşıdığımız sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz."

YEREL YÖNETİMLERİN AKTİF BİR ÇALIŞMA İÇERİSİNDE OLDUĞU DÖNEMLERDE KADINA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR CİDDİ DERECEDE AZALIYORDU’

Kürt illerinde son dönemde kadınlara yönelik işlenen suçların arttığına yönelik soruyu yanıtlayan Kışanak, kayyım ve seçilmiş belediye yönetimin farkını anlatarak, şunları belirtti: “Belediyelere kayyım atanması sadece; bir kentin/toplumun siyasal iradesine el konulması meselesi değildir. Kayyım, toplumun sorunlarına, beklentilerine sırtını dönen; başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm sosyal/kültürel/ekonomik ihtiyaçlarını bir kenara bırakan; yerel kaynakları merkezi iktidarın çıkarı doğrultusunda kullanan, demokrasi karşıtı bir yöntemdir. 5 yıldan beri devam eden kayyım uygulaması toplumsal sorunların giderek büyümesine neden oldu/oluyor. Biz daha önce de çok tecrübe etmiştik, kadın örgütlerinin güçlü olduğu, yerel yönetimlerin kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet önleme konusunda aktif bir çalışma içerisinde olduğu dönemlerde kadına karşı işlenen suçlar ciddi derece�e azalıyordu. Kadın örgütlenmesi biraz zayıfladığında ve yerel yönetimler kadın çalışmalarını aksattığında kadına yönelik suçlar yeniden hortluyordu.

‘DEMOKRATİK MUHALEFETİN ÖNCELİKLİ GÖREVLERİNDEN BİRİ DE KAYYIM UYGULAMASINA KARŞI NET BİR TUTUM ALMAK’

"Belediyeler siyasal/yönetsel bir mekanizma olmakla birlikte doğrudan toplumun hayatına dokunan yerel ve yerinde çözümler üreten, halkın yönetime erişme/eleştirme/etkileme/ değiştirme imkanlarının olduğu son derece önemli bir alandır. Yerel demokrasiye sahip çıkmak gerekir. Demokratik muhalefetin öncelikli görevlerinden biri de kayyım uygulamasına karşı net bir tutum almak ve çözüm üretmektir.

"Kadın örgütlenmesinin ve dayanışmanın güçlenmesi, kadın çalışmalarına öncelik verilmesi de demokratik siyasetin birinci gündem maddesi olmalı. Otoriter yönetimlere karşı mücadelenin yolu, kadın üzerinde kurulan otorite, tahakküm ve sömürüye karşı mücadeleden geçer. Ne yazık ki kadın bedeni bir savaş alanını çevrilmiştir. Barış ve demokrasi talebini dile getiren herkes, kadın bedenine karşı açılan savaşı görmek ve durdurmak için mücadele etmek durumundadır."

‘CEZAEVLERİNDEKİ DURUMA DAİR BİR DUYARLILIK OLUŞMAZSA TECRİT ‘YENİ NORMAL’ OLABİLİR’

Coronavirus salgını ile birlikte mevcut tecrit uygulamalarının ağırlaştığını belirten Kışanak, “F tipi cezaevleri zaten üçer kişilik hücre sistemi. Pandemiyle birlikte cezaevi, katı bir tecrit mekanına dönüştü. En son geçen yıl 8 Mart’ta açık görüş yapmıştık. O günden bu yana ailemizle, avukatlarımızla, hatta bu cezaevinde olan diğer kadın mahpuslar yüz yüze hiçbir görüşme yapamadık, bir canlıya dokunamadık. Tüm açık görüşler ve bütün ortak alan etkinlikleri iptal edildi. Aslında, gerekli koruyucu önlemler alınarak, sınırlı da olsa sosyalleşme imkanı yaratılabilirdi. En azından, aylardan beri tecritte olan bizler birbirimizle görüşebilirdik, ortak alan etkinlikleri (sohbet, spor vb.) yapılabilirdik. Sağlık ve tedavi hakkından tutalım savunma hakkına kadar, dış dünya ile temas-iletişim hakkından tutalım spor- sosyal aktivite-sohbet hakkına kadar her türlü hakkımız askıya alındı. Pandemi sürecinde toplumun hiçbir soruna çözüm üretmeyen iktidarın, cezaevi için bulduğu tek çözüm de ‘katı tecrit’ oldu. Bu duruma dair bir duyarlılık oluşmazsa ‘yeni normal’ diyerek bu tecrit halini kalıcı yapabilirler” ifadelerini kullandı.

‘BİZ BU DAVADA YARGILANAN DEĞİL, YARGILAYAN OLACAĞIZ’

Davalar sürerken yeni yargılamaların ne anlama geldiğini değerlendiren Kışanak, “4 yılı aşkın bir zamandır, cezaevinde siyasi rehine olarak tutuluyoruz. Ellerindeki medya gücüne, sürekli tekrarlanan yalanlara, talimatla hazırlanan dava dosyalarına, hukuku ayaklar altına alan yargılama süreçlerine rağmen neden cezaevinde olduğumuza dair kimseyi ikna edemiyorlar. Demokratik kamuoyu da uluslararası kurumlar da insan hakları örgütleri de söylenen yalanları inanmıyor. Biz meşru zemindeyiz. Ama iktidarın söylemlerinin hiçbir meşruiyeti yok. Yeni davalarla biraz daha siyasi şov yaparak, güya bizim meşruiyetimizi zedelemeye çalışacaklar. Ama boşuna. Ankara’da açılan ve kamuoyunda ‘Kobane olayları davası’ olarak satılmaya çalışılan davanın, ısmarlama bir dava olduğunu herkes biliyor. Geçen yıl AİHM ‘Demirtaş serbest bırakılmalı’ kararı verdiğinde AKP Genel Başkanı ‘Biz de karşı hamle yaparız' demişti ve bu davanın soruşturması o zaman başlamış, Demirtaş ve Yüksekdağ’a bu soruşturma gerekçe gösterilerek ikinci bir tutuklama kararı çıkartılmıştı. Bunun işe yarayacağını zannederek ben dahil 106 kişi daha soruşturmaya dahil edildi. Zaten cezaevinde olan bana, Sabahat Tuncel ve Aysel Tuğluk’a tutuklama kararları verildi. AİHM Büyük Dairenin Demirtaş kararı açıklanmadan hemen önce de iddianame hazırlanarak dava açıldı. Birileri galiba iyi bir satranç oyuncusu olduğunu zannediyor ama yargıya verilen “siparişler” kimsenin gözümden kaçmıyor. Ve en önemlisi demokrasi bir oyun değildir, öznesi halk olan, halk iradesine ve evrensel hukuk ilkelerine dayanan bir sistemdir. Çeşitli hileler, zorbalıklar yapılsa da halk iradesini “mat” etmek mümkün değildir. Belki bu davayı olası demokratik birlik çabalarını boşa çıkartmak, muhalefeti dağıtmak için kullanmak isteyecekler. Ama AİHM büyük dairenin kararıyla bu dava ellerinde kalmıştır. Altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri hiçe sayarak, AİHM’e karşı hamle yaparak, siyasi rakiplerini daha fazla cezaevinde tutmaya çalışarak, olsa olsa Türkiye’nin itibarına, hukuk sistemine ve demokrasiye zarar verirler. Biz bu davada yargılanan değil, yargılayan olacağız. Barış imkanını ve demokrasiyi ortadan kaldıranlardan hesap soracağız” dedi.

‘KADINLAR VE GENÇLER DEMOKRASİ İTTİFAKININ TEMEL GÜCÜ’

Demokrasi için birlikte mücadele edilmesi gerektiğini belirten Kışanak, bunun sadece ‘seçim ittifakı’ olarak görülmemesini kaydederek şu ifadeleri kullandı:

“Siyasal gelişmelere bakıldığında, muhalefetin bir araya gelmesini önlemek için her yol ve yönteme başvurulduğu görülüyor. Demek ki demokrasi mücadelesinde, birlikte hareket etmek başarının anahtarı. Ancak ortaklaşmanın tek yolu, siyasi partiler arasında kurulan seçim ittifakı değildir. Toplumsal zeminde kurulacak ittifaklar, siyasete yön verir. Zaten “Herkes için demokrasi herkes için refah” ilkesi etrafında çok çeşitli toplumsal ittifaklar ve mücadele birlikleri kurulabilir. Bunun en iyi örneğini Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gözler önüne serdi. Herkes bulunduğu yerden demokrasi, adalet, özgürlük, refah-aş-iş sözünü/mücadelesini yükseltebilir. Demokrasi çoğulculuktur. Demokrasi ittifakı da çoğulcu, renkli ve hak sahibini özne yapan bir ittifak olmalıdır. Tabii kendimi koşullarında zorlayıcı birçok durum söz konusu. Ama kadınların da 8 Mart’ta bir çıkış yapması mümkün gözüküyor. Kadınlar ve gençler, yeni ve özgür bir yaşama en çok ihtiyacı olanlar, demokrasi ittifakının da temel gücü olacaktır.

"Görüldüğü kadarıyla, muhalefet partileri, “ekonomiyi merkez alan” bir siyasal hat izliyor. Son derece önemli bir politik hat. Zira milyonlarca insanın açlık sınırında yaşadığı gerçeği, demokratik muhalefeti göreve davet ediyor. Bu ülkenin ekonomik kaynakları öylesine peşkeş çekildi ki, vatandaşın adeta iliğini kuruttular. Pandemi sürecinde emekçiler “ölümüne çalışmak” zorunda kaldı. Binlercesi de işini kaybetti. Ekonomik krizin iktidarın izlediği siyasetle, yönetim anlayışıyla, barışla, adaletle bağı iyi anlatılırsa bu yalan ve talan düzeninin mağduru emekçiler, demokrasi ittifakının motor gücü olabilir. Bir de HDP’ye yaklaşım sorunu var, muhalefetin. İktidar sürekli HDP’ye vurarak, diğer muhalefet partilerine ayar veriyor. HDP yapılanlara sessiz kaldıkça, sıra diğerlerine de geliyor. Memlekette “terörist” olmayan muhalefet kalmadı. Bu gidişata ‘Dur’ demeyen, demokratik siyasete sahip çıkmayan bir muhalefetin, demokrasi mücadelesini kazanma ihtimali dahi yoktur demeyeceğim ama çok azdır. HDP’ye sahip çıkmak demokrasiye sahip çıkmaktır."