HDP Sözcüsü Ebru Günay, Cumhuriyet'in Kürt meselesini çözmeden uluslararası sömürü düzenine daha fazla bağımlı olmaktan kurtulamayacağını söyledi.
Partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenleyen Günay, Türkiye’de siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların ağırlaştığını belirterek, “Bu iktidar zihniyeti sorun üretiyor, mutlak iktidarını sürdürmek için ülkeyi ateşe atıyor, uçuruma sürüklüyor ve bu tabloyu bir kader gibi dayatmaya, halklarımızı bu sorunlarla yaşamaya mahkûm etmeye çalışıyor” dedi.
Pandemi koşullarında toplumun ölüm ile açlık arasında ikileme sürüklendiğini dile getiren Günay şöyle konuştu:
'TERÖR' ETİKETİ
ÇÖZÜMSÜZLÜK DAYATILIYOR: İnsanlarımız hayatını kaybediyor. İktidar bu tabloyu normalleştirmek için Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatıyor, savaştan besleniyor. 40 yıldır sorunu büyüten sınır ötesi operasyonlar yeni bir şeymiş gibi, çözümmüş gibi pazarlanıyor. Kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen herkese bir etiket gibi yapıştırdığı ‘terör’ kavramıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bunun için Kürt sorununun sürmesini, sürdürülmesini, insanların hayatını kaybetmesini, cenazeler üzerinden siyaset yapmayı bir iktidar bekası olarak görüyor.”
'KÜRT SORUNU ÜZERİNDEN ÖRTBAS'
KURŞUN ASKER MİSALİ: Yaşanan bu vahim tablo karşısında, ‘Demokratik Cumhuriyet’ seçeneğinde buluşmak isteyenlerin elinde tek bir ölçü var: Hukuk herkes için ve herkese adalet. İktidarın ürettiği bu kötülüklerin kaynağını kurutmak demokrasi güçlerinin, hepimizin görevidir. Mevcut rejim, bütün günahlarını en fazla Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden örtbas edeceğini düşünüyor, buna inanıyor. Biz bu tablo karşısında her ilgili çevrenin, mevcut gidişattan rahatsız olan her kesimin ciddiyetle, meselelerin birbiriyle ilişkisini doğru bir şekilde ele alması gerektiğini düşünüyoruz. Demokratik muhalif her güç ve her çevre, Kürt halkının demokratik iradesine savaş açan ve bu savaş siyasetiyle herkesi adeta ‘kurşun asker’ misali arkasına dizmeye çalışan bu anlayışa dur demeye davet ediyoruz.
'KÜRESEL EMPERYALİZMİN TAŞERONLUĞU'
BAĞIMLI TÜRKİYE: Tek adam siyasetine mahkum olmuş Türkiye, her kaynağı, zenginliği sermaye düzenine peşkeş çekilmiş, bağımlı bir Türkiye’dir. Cumhuriyet, Kürt meselesini çözmeden dün olduğu gibi bugün de gelecekte de uluslararası bu sömürü düzenine daha fazla bağımlı olmaktan kurtulamayacaktır. Kürt meselesinin demokratik çözümünü politik programına almayan partilerin, bırakalım bağımsızlıkçı olmasını, küresel emperyalizmin taşeronluğundan başka oynayacak rolleri olmayacaktır. Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve onun üzerinden ortaya çıkan milliyetçi savaş siyaseti, doğa talanı, kadın katliamları, işsizlik, yoksulluk ve toplumsal değerlerimizin çürümesi gibi sonuçların en temel nedenlerinden biridir. Kürt meselesi dış güçlerin karıştırdığı bir sorun değil, kendi içinde çözüm iradesi oluşturulmadıkça dış güçlere bağımlılığı artıran bir Türkiye meselesidir. Özetle bu toprakların yerleşik halklarından olan Kürtlerin demokrasi ve özgürlük talepleri, yine bu toprakların halklarının demokratik iradesiyle en sağlıklı çözümünü bulacaktır; buna inancımız tamdır. Partimizin varlık gerekçelerinden birisi de budur. Aklıselim ve Türkiye halklarının çıkarını düşünen her siyaset, bu gerçekçi zeminde ortaklaşmak zorundadır. Bu yönüyle Kürt meselesi, partiler üstü bir meseledir ve partilerin dar ve güncel oy çıkarlarına kurban edilmeyecek kadar hayatidir. Kürt meselesini çözememiş bir Türkiye, nefes alamaz bir Türkiye’dir.
'MUHATAP ÖCALANDIR'
ÖCALAN POLİTİK BİR AKTÖRDÜR: Yıllardır Kürt meselesini, Türkiye’yi zayıflatacak değil güçlendirecek bir Demokratik Cumhuriyet perspektifiyle ele alan Sayın Öcalan, ülkeyi her geçen gün daha fazla dışa bağımlı hale getiren bu iktidar tarafından mutlak tecrit altında tutulmaktadır. Oysa ki Öcalan, özellikle çözüm süreci de gösterdi ki, Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda en reel ve en makul önerileri olan politik bir aktördür. Son yıllarda yaratılmak istenen algının aksine Sayın Öcalan, AKP’nin ve yaratılmak istenen tekçi sistemin kötülük düzeyi ve diktatörlük hedefi konusunda en erken uyarılar yapan ve bunun karşı politikasını oluşturan aktördür. Yoksa Erdoğan’ın iki dudağı arasında yönetilen bir ülkede tüm zamanların en katı, en hukuksuz en ahlaksız bir tecrit sisteminin içine alınır mıydı? Buradan açıkça belirtiyoruz: Öcalan, ortaya koyduğu demokratik çözüm perspektifiyle sadece iktidarın değil bütün inkarcı, şoven ve katı milliyetçi anlayışların hedefindedir. İktidara bu kadar kötülük yükleyenlerin, İmralı ve Sayın Öcalan ile ilgili tutumlarda Erdoğan ve AKP siyasetiyle aynılaşmaları milliyetçi handikaplarının trajedisidir. Bize anti-emperyalizm konusunda akıl vermeye çalışanların, İmralı rejiminin bir emperyalizm projesi olduğu ve bu ülkenin başına örülen çorap olduğunu görmemeleri, siyasi öngörüsüzlüklerinden değil, olsa olsa milliyetçilik zehriyle zehirlenmiş olmalarından kaynaklanıyor. Kürt meselesinin doğrudan temel muhataplarından birisi olan Öcalan’ı bu meselenin demokratik çözümünden ayrı ele alan ve düşman hukukunu savunanlar, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Öcalan, sadece hukuki hakları tesis edilmesi gereken bir mahpus değil, Kürt meselesinin demokratik çözümünde ve dolayısıyla Demokratik Cumhuriyet inşasında dikkate alınması gereken temel politik aktörlerdendir.
KÜRT DİRENİŞİ KIRILIRSA...: Oy uğruna AKP ve MHP’nin Kürt karşıtı soykırım siyasetine onay verenler bilmelidir ki, Kürtlerin demokratik kazanımlarının tasfiyesiyle sadece demokratik Kürt siyaseti kaybetmeyecektir. Kürt halkı ve Öcalan üzerindeki tasfiye, kayyım ve tecrit politikası; demokratik Kürt direnişini kırarsa, bütün ülke tek adam rejiminin sorunsuz at koşturduğu bir alana dönüşecektir. Tarih, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesini hiçbir zaman birbirine bu kadar mecbur bırakmadı ve kaderlerini bu kadar ortaklaştırmadı. Dolayısıyla bugün İmralı tecrit ve işkence sistemi karşısında demokratik tepki göstermek, ortak demokratik geleceğimize sahip çıkmak demektir. Sayın Öcalan’ın mesajı çok nettir: Yaptırılan telefon görüşmesi korsan bir görüşmedir. Tıpkı son çözüm sürecinin inkar edilmesinde ve gerçeklerin ters yüz edildiği Kobanê davasında görüldüğü gibi bu korsanlık oyununa her gelindiğinde hukuk zemininden çıkılacak ve bir komplo, bir darbe zeminine girilecektir. Bir korsan rejim olarak inşa edilen İmralı’da bugün bu korsanlığın derinleştiğini ve Ada’nın bir hukuk-politik kırım mekânı haline getirildiğini görüyoruz. Sadece İmralı’da değil, bütün topluma kendisini açık faşizm olarak dayatan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu kadar şaibeli bir iktidarın İmralı’da yarattığı şaibelere teşne olan kimi çevrelerin, güncel siyasetin pragmatist sularında yüzmektense, Öcalan üzerindeki hukuksuzlukların ortadan kaldırılmasına dair asgari demokratik tavırları bile faşizmin geriletilmesinde önemli katkılar sunacaktır.
'ÜÇÜNCÜ YOL DİRENİŞİ'
İlgili herkesi de bu ciddiyetle meselelere yaklaşmaya; tüm demokrasi güçlerini ve yurttaşları her türden tekçiliği, milliyetçiliği ve eşitsizliği reddeden bir üçüncü yol direnişi ve inşasını önüne koyan bir toplumsal siyasal mücadelede buluşmaya çağırıyoruz. Kürt halkı ve vicdan sahibi Türkiye demokrasi güçleri bu düşmanca politikayı ve tecridi kabul etmiyor ve etmediğini her koşulda gösterecektir. (MA)