“Dininizle ilgilenen biri derdinizle ilgilenmiyorsa, o bir sahtekardır.”
(Macar atasözü)
İçinde yaşadığımız toplum çok etnisiteli ve heterojen bir toplum. İçinde doğduğumuz toplumun çeşitliliği, aynı toprakların bitki örtüsü, iklimi gibi. İklim şartlarını değiştirmek için uğraş verebilirsiniz ama o iklim yokmuş gibi davranamazsınız, onun varlığını inkar etseniz de yinede o vardır.
Toplumda yaygın olan kanata göre, İslamcı geçinen kesimin Kürt sorununa, Kürtlerin meşru hak arayışlarına ilgisiz kaldığı yönündedir. Dünyanın muhtelif bölgelerinde mücadele vermekte olan Müslümanlara- söz gelimi Bosna, Çeçinastan, Afganistan, Irak, Filistin-Keşmir benzeri birçok bölgeye gösterilen duyarlılığın, çeyreği dahi Kürt meselesine gösterilmiyor eleştirileri ekseninde sürüyor. Oysa Kürt meselesi örselenmeyecek kadar hayati bir meseledir, yanı başımızda değil, evimizin tam içinde küçük bir kıvılcımla alevlenen bir yangına çanak tutar durumdadır. Bunlar haklı yakınmalardır.
Şüphesiz uzak yada yakın bölgelerdeki Müslümanların hatta tüm insanlığın sorunlarıyla ilgilenmek, onların dertleriyle dertlenmek her Müslüman üzerine bir vecibedir. Ancak mahallemizdeki yangını söndürmek birinci ve öncelikli görevimiz olmalıdır.
Kürtler, elbette İslam coğrafyasının ve İslam ümmetinin bir parçasıdırlar. Böylesi bir soruna Müslümanların duyarsız kalmaları düşünülemez. İslam dininin esasları çerçevesinde hiçbir Müslüman kavim, blok halde bir başka Müslüman kavme karşı duyarsız ve ilgisiz kalamaz kalmamalıdır. Tüm bunlara rağmen Türkiyeli Müslümanların Kürt sorununa getirdikleri çözüm önerisi ümmet ve kardeşiz argümanıdır. Ancak bu muğlak bir önermedir ve somut çözüm önerisi olmaktan uzaktır. Çünkü ümmet ve kardeşlik anlayışı kişiye göre değişkenlik gösterebilmektedir.
Ümmet bilinci ve kardeşlik kendi dinamiklerine sahiptir bunda kuşku yok, lakin pratikler başka başka oluyor.
Ümmet sadece devleti hedefleyen salt bir siyasal model değil, onu da aşan bir projedir. Ümmetin üzerinde yükseleceği gaye ulus devlet değil, hukuktur. Kavimlerimiz, ırklarımız ve dillerimiz farklı olsa da, hepimiz kardeşiz demek sorunu çözmüyor. Çünkü kardeşlik hak, hukuk ve adalet üzerine tesis edilir. Türkiye’deki Müslüman- İslamcıların bir kısmı Kürt sorununa ilgisiz değilse de ikircikli bir tutuma sahiptirler. Sorun çok boyutlu ve çok yönlüdür. Buda doğrudur.
İslamcı akım ve grupların Kürt meselesine karşı gösterdikleri ikircikli tutumun sebeplerine gelirsek: İslami cemaat, grup ve akımların kendilerine has bazı zaafları ve blokajları bulunuyor. Bazıları tarihten tevarüs edilen, bazılarının da tamamen fikri ve siyasi nitelikli olan handikaplarından kaynaklıdır.
Ülkenin batısında yaşayan İslamcı grupların büyük bir kısmı milliyetçi kesimlerle iç içe yaşamaları, dini kitleler ve İslamcı yapıların belli bir süre sistemin ağır baskılarına maruz kalmaları, ülkenin bölüneceği endişenin İslami cenahta da vuku bulması, bir kısmı Türk milliyetçilerinin etkisi ve ulus devlete biçtikleri rol anlayışının yanı sıra Kürt sorunu bir şekilde üstlenmiş bulunan önderlik kadrosunun Marksist yapısı birer etken olarak tespit edilebilir.
Yinede Müslüman önder ve kanaat önderleri İslami bakış açısından ne kast ettikleri, gerek teşhisleri gerek çözüm önerileri ve kardeşlik edebiyatının şahikası yaranın iyileşmesine yetmiyor.
İslami yapılar, gruplar, akım ve cemaatler yersiz korkuların etkisinde kalmayıp, “Medine Vesikası” ekseninde çözüm aramayı sürdürseydiler bugün çok daha iyi bir noktada olabilirdik. Kabul etmek gerekir ki İslami akımların geçmişte formüle ettikleri çözümler bugün yeterli değildir.
Dini cemaat, grup ve akımların devlet yanlısı ve milliyetçi tutum, sergilemeleri Kürt sorununa müspet bakmalarına ket vurmaktadır. İslam bir kavmin hukukunu diğer bir kavmin taktirine bırakmamıştır.
İslami yapılar, cemaatler, akımlar ve muhafazakarlar dünyada, bölgede ve ülkemizde cereyan eden konular hakkında yeterli bir konsepte sahip değildirler. Ancak bu, Kürt milliyetçileri- Sol Sosyalist ve Marksistlerin sorunu doğru anladıkları anlamına da gelmez. Toplumun tüm katmanları birlikte müzakere yapabilseler belki bir sonuç alınabilir. Kürtlere karşı bugüne kadar sadece kardeşlik edebiyatı yapıldı, oysa asıl olan kardeşliğin hukukunu gözetmektir. Kürtlerin tarih boyunca mazlumluğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Onların bu mazlumluktan mütevellit hak ettikleri özgürlüğe kavuşturmaları Müslümanlarında tartışmasız sorumluluğu olmalıydı.
Son söz, şahsi kanaatime göre; Kürt meselesinin en pratik çözüm yolu Ali Bulaç’ın “Medine Vesikası” etrafında formüle ettiği çözüm yoludur. Ancak İslami akımların “Medine Vesikasını” okumaları, bakışları ve bu minvaldeki analizleri spesifik olarak neye tekabül ettiği, irdelenmesi gereken bir konudur!