Gezi Davası'nın bugünkü (21 Mart) duruşmasından karar çıkması bekleniyor. 4 Mart tarihinde açıklanan miütalaası açıklanan davada, 2013’ten bu yana defalarca davalara konu edilen iddiaları yeniden tekrarladı. Mütalaada 1601 gündür tutuklu olan Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala ve Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Yüksek Mimar Mücella Yapıcı için “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi için ise 15’er yıldan 20’şer yıla kadar hapsi isteniyor.
Duruşma Öncesi konuşan Yapıcı davadan utandığının belirterek, “Bizim yerimiz doldurulur, her şey tamir edilir ama hukuk yoksa bir ülkede, siyasilerin iki dudağı arasındaysa her şey, Süleyman Soylu mahkemeden bir hafta önce çıkıp Osman Kavala’yı hedef alıyorsa, bunlar nasıl onarılır, bilemiyorum." ifadelerini kullandı.
Yapıcı mütalaayı, 'absürt bir senaryo yazılsa filmi çekilmez, çekilse izlenmez' diyerek özetliyor. Mütalaadaki iddiaların absürtlüğünü de şu sözlerle özetliyor:
"2011’den beri OTPOR’la birlikte Kavala Gezi Direnişi’ni planlamış. Sonra da beni bulmuş. Ben Kavala ile Gezi sürecinde bir kez bile bir araya gelmedim. Ama Kavala bana talimat vermiş. Nasıl yapmış; bakın burası çok önemli. Ben Mine Özerden ile beş kere telefonla konuşmuşum, talimatlar bu görüşmeler sırasında verilmiş. Yani 2013’te Türkiye’nin her yerinde milyonlarca kişiyi silahsız ve şiddetsiz bir şekilde ayağa kaldırmışız. Kavala ve ben… Bunu da asla bir araya gelmeden sadece Mine ile görüşerek yapmışız. Bitmedi, biliyorsunuz ben Mimarlar Odasının ÇED Danışma Kurulu sekreteriyim. Can Atalay Mimarlar Odasının avukatı; odalarımız da yan yana. Tayfun Kahraman o dönem Şehir Plancıları Odası Başkanı. 2013’te onlarla telefonla konuşmuşum, bu da onları benim yardımcım yapmış. Gezi’yle bitse, bitmiyor. Gezi’de başarılı olamayınca 15 Temmuz’u düzenlemişiz. Bu arada bizim yargılanmamıza neden olan suçlamaların dayanağı dinlemeleri yapan polisler, iddianameyi hazırlayan savcı “FETÖ”cülükle suçlandı daha sonra. Yani mütalaa bu. Bu kadar absürt bir senaryo yazılsa filmi çekilmez, çekilse izlenmez. Araya uzaylıları falan da koyarlarsa belki… Bir onlar eksik çünkü. Yargılanıyoruz işte, hatta ağırlaştırılmış müebbet isteniyor."
Evrensel’den Meltem Akyol’un haberine göre; Yarın görülecek duruşmada karar çıkabilir. Gezi davası öncesi Mücella Yapıcı konuştu. Meltem Akyol’un sorularını cevaplayan Mücella Yapıcı şöyle konuştu:
"Gezi’de bir kez daha karar aşamasına geldik. Sanırım bu üçüncü karar aşaması… Siz ve Osman Kavala için ağırlaştırılmış müebbet talep ediliyor. Ne hissettiniz okuduğunuzda?
Önce süreci bir anlatmak istiyorum. Zira bu, benim aynı suçlamalar ile üçüncü yargılanışım. Guinness Rekorlar Kitabına başvurayım diyorum. Baştan özet yapalım ki ne ile karşı karşıya kaldığımız net anlaşılsın:
■ İlk Gezi davası 2015’te açıldı. 8 Temmuz 2013’te o dönemin valisi parka gelmişti, biz de parka gitmek istediğimiz için gözaltına alınmıştık, sonra dava geldi işte. İddia “örgüt kurmak ve yönetmek.” Taksim Dayanışması “suç örgütü”ydü, bizler “suç örgütü lideri”ydik. Yargılama sonucu ben ve arkadaşlarım beraat ettik. İlk beraat kararında “…bir kamu görevlisine veya halkın bir kısmına karşı şiddet içeren herhangi bir müdahalede bulunmadıkları anlaşılmıştır” deniyordu. Biz zaten biliyorduk, Gezi’de hiçbir şiddet unsuru da yok, şiddete çağıran bir dil de yoktu. Taksim Dayanışmasının tüm açıklamaları ortada. Beraat gerekçesi de bunu teyit ediyordu.
■ 2016’da polis şiddetiyle öldürülen çocuklarımızın mahkemeleri başladı. Bazıları daha başlamadan ödül gibi denilecek cezalarla kapandı. Tam o arada bir muhbir ortaya çıktı, Murat Pabuç. İddiaya göre bu adam aklına esmiş polise gitmiş, “Ben bu Gezi olaylarının altında ne var çok iyi biliyorum” demiş, anlatmış. O sırada Osman Kavala başka bir dosyadan tutuklu. Pabuç’un ifadeleri vasıtasıyla Kavala Gezi davasının içine sokuldu. Açık Toplum’dan diğer arkadaşlar da böyle girdi dosyaya. Buna göre hâlâ çalışmak zorunda kalan, kirada yaşayan ben, Osman Kavala ve Can Atalay Gezi’yi finanse etmişiz. Ne Kavala için bir delil var, ne bizler için. Biz yine 18 Şubat 2020’de beraat ettik.
Aynı suçlamaları evirip çevirdiler, Kavala tahliye olamadan yine tutuklandı. İstinaf mahkemesi beraat kararını bozdu. Aynı dönemde Çarşı davasının beraat kararı da Yargıtay’dan döndü. Başladı mı üçüncü tur…
■ Şimdi bir örgüt yaratılması için bir finans kaynağı lazım, yurt dışı akıl lazım, o Osman Kavala olmuş, ben varım, “örgüt” ama şiddet lazım, bizi idam edebilmeleri için… O nereden gelecek, onun için de beraat etmiş Çarşı’nın POMA’sını bulmuşlar, hani iş makinesi vardı. Bir de kimin yaptığı belli olmayan birtakım yakmalar vs. Yakıldı diye gösterdikleri şeylerin de çok büyük bir kısmı da polisin gaz bombalarıyla olmuştu. Ki Gezi’deki insanlar polisin yangın çıkaran gaz bombalarından o koskoca parkı korumak için perişan oldular. Neyse Çarşı da geldi, bizim örgüt tamam. Başladı yeniden yargılama; avukatlar itiraz etti, anlattı bu dosyalar birleşmez diye ama yok… Son duruşmaya kadar bu dosyalar ayrılmalı diyen avukatları dinlemeyen mahkeme, bu sefer dosyaları ayırıverdi. Ama bizim örgütün şiddet ayağı oradan geliyordu, ona da çare buldular. Çarşı’yı ayırdılar ama “şiddet”ini bize bıraktılar.
‘ŞÖYLE DENEDİK OLMADI, BÖYLE DENEDİK OLMADI DİYEMEYECEKLERİNE GÖRE…’
Eee, Avrupa Konseyi Osman Kavala açısından yaptırım süreci başlattı ya. Ki hâlâ tutuklu, 4 buçuk yıl oldu. Avrupa’ya bir şey demeleri lazım, “Şöyle denedik olmadı, böyle denedik olmadı, bu Mücella da sürekli beraat ediyor” diyemeyeceklerine göre hükme gitmeleri lazım. Sonuçta mütalaa bildiğin gibi. Çok öfkelendim, çok utandım…
Neden utanıyorum biliyor musun? Hukuk diye bir alan var ya, buna rağmen nasıl böyle bir mütalaa yazılır? Bak bizim yerimiz doldurulur, her şeyi tamir edilir ama hukuk yoksa bir ülkede, siyasilerin iki dudağı arasındaysa her şey, Süleyman Soylu mahkemeden bir hafta önce çıkıp Osman Kavala için “Kim serbest bırakılmasını istiyorsa, Ukrayna’daki ve Suriye’deki çocukların katili de odur” diyebiliyorsa… Bunlar nasıl onarılır, bilemiyorum.
‘FİLM SENARYOSU OLSA ÇEKİLMEZ, ÇEKİLSE İZLENMEZ’
Çok ağır bir ceza talep ediliyor. Ne var mütalaada gerekçe olarak?
Mütalaanın dediği özetle şu: 2011’den beri OTPOR’la birlikte Kavala Gezi Direnişi’ni planlamış. Sonra da beni bulmuş. Ben Kavala ile Gezi sürecinde bir kez bile bir araya gelmedim. Ama Kavala bana talimat vermiş. Nasıl yapmış; bakın burası çok önemli. Ben Mine Özerden ile beş kere telefonla konuşmuşum, talimatlar bu görüşmeler sırasında verilmiş. Yani 2013’te Türkiye’nin her yerinde milyonlarca kişiyi silahsız ve şiddetsiz bir şekilde ayağa kaldırmışız. Kavala ve ben… Bunu da asla bir araya gelmeden sadece Mine ile görüşerek yapmışız. Bitmedi, biliyorsunuz ben Mimarlar Odasının ÇED Danışma Kurulu sekreteriyim. Can Atalay Mimarlar Odasının avukatı; odalarımız da yan yana. Tayfun Kahraman o dönem Şehir Plancıları Odası Başkanı. 2013’te onlarla telefonla konuşmuşum, bu da onları benim yardımcım yapmış. Gezi’yle bitse, bitmiyor. Gezi’de başarılı olamayınca 15 Temmuz’u düzenlemişiz. Bu arada bizim yargılanmamıza neden olan suçlamaların dayanağı dinlemeleri yapan polisler, iddianameyi hazırlayan savcı “FETÖ”cülükle suçlandı daha sonra. Yani mütalaa bu. Bu kadar absürt bir senaryo yazılsa filmi çekilmez, çekilse izlenmez. Araya uzaylıları falan da koyarlarsa belki… Bir onlar eksik çünkü. Yargılanıyoruz işte, hatta ağırlaştırılmış müebbet isteniyor.
‘ORADA OLAN HER ŞEYE SAHİP ÇIKTIK, ÇIKACAĞIZ DA…’
Gezi’nin üzerinden yıllar geçti, biz yine Gezi’yi konuşuyoruz. Bugünden bakınca ne görüyorsunuz?
Biz yanlış giden bir iş olduğunda kamu idarelerini uyarmak zorundayız. Kulak asılmazsa yargıya taşımak, bunu halka anlatmak zorundayız. Çünkü elimizde bir rehber var; bilim-teknik. Mesleğimizin etik gerekliliğini yapıyoruz, yemin ettik bunun için. Toplumu, kenti savunmaktan geri duramazsınız.
Beni bacağımdan assalar yanlışsa yanlıştır. O parkı kestin biçtin usulsüz olarak. Yol açmak için ağaçları kestin. Üstelik bunu hiçbir kanuna uymadan yaptın. Biz de buna itiraz ettik, bu kadar basit.
Bakın savaş çıktı; buğday yok, zeytinyağı yok. Gıda krizi tartışılıyor. Bugün bir park son derece önemli hale geldi. Bir ayçiçeği, bir buğday başağı, bir zeytin, bir koyun, kuzu, bir ağaç… Su hele… İşte biz tam da bunları söyleyerek itiraz ettik…
Gelinen ekonomik duruma bak… 12 Eylül’den beri bizim doğal, çevresel, kentsel varlıklarımızın üç beş şirkete peşkeş çekilmesine dayanan bir ekonomik sistem var. Dünyada da böyle. Mega projeler bunun sonucu. Dünyada başarılı olan, halkını ezmeyen, ekonomik olarak feraha çıkaran tek bir mega proje söyleyemezsiniz bana. Hani Fatih’i çok seviyorlar ya, Fatih’in fermanı var, “kuzeye gidilmeyecek” diye. Su kaynakları var, ormanlar var; biz bunu dedikçe her şeyi oraya yaptılar; köprü, havaalanı… Hazinedeki kara deliğin hepsi bu saçma sapan mega projeler yüzünden. Nükleer santraller, madenler hepsini düşünün; bunların ihaleleri aynı şirketlere gidiyor. Biz ödüyoruz bunları. Bilim insanları uyardı, anlattı.
İşte 89 yaşındaki hocamız, doktor, yanlış giden şeylere itiraz etti, çelenk bırakmak isterken yere düşürdüler. Utanç verici. Biz de itiraz ettik, korkunç bir şiddetle karşılaştık. 8 çocuğumuz öldü, 45 kişi gözünü kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Kediler öldü, köpekler, kuşlar öldü. Evet biz Taksim Dayanışmasıyız, biz Gezi’deydik. Orada olan her şeye sahip çıktık ve çıkacağız da…
‘İLAÇ RAPORLARIMI TOPLUYORUM, TUTUKLANIRSAM ZORLUK OLMASIN DİYE’
Peki, ne olacak, dahası ne bekliyorsunuz?
Hiçbir şey... Bilmiyorum, bu ne kadar kötü. Hiçbirimiz bilmiyoruz, öngöremiyoruz. Kavala da bilmiyordur. Bulmaca ile oynar gibi, onlar gibi düşünmeye çalışarak bir yere ulaşmaya çalışıyoruz. Hukukla düşünerek bir yere ulaşmak ne acı. Bir de Gezi davası öyle bir gölgelendi ki… Evet, Osman Kavala zaten 4 buçuk yıldır hapiste, bu çok can yakıcı bir şey. Ama kendimizi de unuttuk, unutuyoruz. Yahu bana da yazık Can’a da (Atalay) yazık Tayfun’a da (Kahraman) yazık… Orada herkesin hayatını perişan ettiler. Ben ilaç raporlarını topluyorum mesela ne olur ne olmaz, tutuklanırsak diye. Çocuklar arkamdan ilaç aramasınlar, onlara zorluk olmasın diye. Bizi bu hale getirdiler.
‘UMUT ETMEKTEN VAZGEÇMİYORUM’
Son olarak şunu söyleyeyim; bu davada yalnızca bizi cezalandırmaya çalışmıyorlar, umudu öldürmeye çalışıyorlar. İnsanlar bir şeye “hayır” demenin, “bunu istemiyorum” demenin, bunu birlikte söylemenin ne kadar önemli bir şey olduğunu anladılar Gezi’de. Asıl mesele bu. Bu kadar ekonomik, küresel sıkışmışlık içinde toplumun hakkını aramasından ve bunu birlikte yapmasından korkuyor iktidar. Ama şunu bilsinler ki dünya tarihi umudun hiç ölmediğinin yüzlerce kez ispatıyla dolu. Ve ben de buradayım, yerimde duruyorum. Anlaşılan yargılanacağım daha, olsun. Gezi hayatımın en onur duyduğum zamanı. Yaşamış olmaktan mutluyum.
Umut ediyorum, umut ölmez biliyorum. Savaşlar, şunlar bunlar ne yaparsa yapsınlar dünya halkları, dünyanın bütün emekçileri, kadınları, çocukları, bu anlayışı yenmek zorunda, yenecek de… Ben geleceğe, gençliğe güveniyorum."