Suç örghütü lideri Sedat Peker'in videolarını yorumlayan HDP eski Mülletvekili Sırrı Süreyya Önder, "Geçmişte bu ülkede işkenceciler bile çıkıp 'biz işkence yaptık, insan öldürdük' dediler. Peki bu toplum, bu siyaset işkence yapıldığını, insanların alenen öldürüldüğünü bilmiyor muydu? Dolayısıyla bizim burada ihtiyacımız olan şey yeni bilgilerden ziyade, zaten alenen yapılanlara karşı alacağımız pozisyondur" ifadesini kullandı.

Ülkenin en geç iki sene içinde bir seçime gideceğini ve ülkenin en politik kitlesinin HDP’nin yanında yer aldığını belirten Önder, "Taleplerimizi açık, aleni ilke olarak ortaya koyduğumuzda, muhalefetin de demokratik dönüşümüne katkı sunmuş olacağız. HDP’ye, Kürtlere karşı mevcut dil bırakılacak. Herkes sözünü tartıp biçtikten sonra sarf edecek. Yahut sen, sözünü tartıp biçmesi gerektiğini bilenlerle muhatap olacaksın. HDP kitlesi, elinde kör bıçakla bekleyenin bıçağını asla yalamaz" dedi.


HDP eski milletvekili ve dönemin İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’le 7 Haziran sonrasını, çözüm sürecinin sonlanma sebeplerini, taraflar arasındaki gerilim başlıklarını, çözüm sürecindeki en büyük hatayı, iktidarın savaş politikalarına muhalefet etmeyen muhalefetin vaat ettiklerini, HDP’nin buna karşı pozisyonunu ve Peker’in ifşaatlarını değerledirdi.

İrfan Aktan'ın sorularını yanıtlayam Sırrı Süreyya Önder'in Gazete Duvar'da yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:

ORTAYA SAÇILAN PİSLİKLERDEN GÖRÜYORUZ Kİ, TAŞINMAYAN TEK KAYGI BAYRAK VE BEKA MESELESİ

7 Haziran 2015’ten itibaren çözüm sürecinin bitirilmesinden hemen sonra Fethullahçılarla da ciddi bir savaşa girişildi ve darbe girişimi sonrası yapılan 7 Ağustos 2016 tarihli Yenikapı Mitingi’yle birlikte AKP-MHP ve irili ufaklı başka yapılardan oluşan yeni bir iktidar koalisyonu oluşturuldu. Devlet, mafya, siyaset ilişkisi açısından bakıldığında çözüm süreci sonrası oluşturulan iktidar koalisyonu bize ne anlatıyor?

Bunun birkaç boyutu var. Bir kere devletin savaş repertuarı, barış repertuarından çok daha geniş ve hacimli. Dolayısıyla savaşa dönme kararı alındığı anda çok kolay harekete geçilebiliyor. Sonuçta tarihsel olarak bakıldığında yüz yıllık, aktif savaş açısından bakıldığında kırk yıllık bir hafıza, deneyim ve teşkilatlanma yedekte duruyor. Devlet bu tarihten hangi plağı çıkarıp koyarsa bunu dinlemeye ve dinlediği plağa göre hareket etmeye hazır geniş bir kitle var. Ayrıca meselenin sosyolojik boyutu haricinde bir de finans-kapital boyutu var. Askeri olarak test edilmeyen hiçbir siyasal güç, siyasal güç değildir.

İKTİDARIN İFLASI BARIŞ İÇİN BİR İMKÂN YARATABİLİR AMA…

Nasıl yani; savaş politikalarındaki ısrar iktidarı zora sokmuyor mu?

Nasıl, hangi konuda zora sokuyor? Muhalefet savaşa dönük meselelerde dişe dokunur, yapısal veya can alıcı noktalardan bir tek itiraz geliştirip iktidarı zora sokmuş mudur?

Barış geniş toplumsal kesimlerin talebi olmayınca, muhalefet açısından da getirisi olmayan bir söylem haline mi geliyor?

Tabii, barış çok zahmetli, ciddi bir iştir. Bozucu alanların bu kadar çok olduğu ve savaşın bu kadar uzun sürdüğü bir ülkede binlerce insan buraların nasıl rehabilite edilebileceğine dair kafa yormak, yol ve yöntem bulmak üzere çalışmak durumunda. Barış, savaştan çok daha ciddi bir çaba gerektiriyor. “Hadi tokalaşıp barışalım” deyince barışılmadığını, bunun ince işlenip güven ilişkisiyle sürdürülebileceğini, muazzam bir emek gerektirdiğini biliyoruz artık. Ama savaş bir tetiğe basmaya bakar.

TEBEDDÜL-İ ESMA İLE HAKÂİK-İ EŞYA TEBEDDÜL ETMEZ

Yani mevcut iktidarın ekonomiden dış ilişkilere kadar her alandaki iflasının ve sonlanmasının aynı zamanda savaş politikalarının iflası ve sonlanması anlamına gelmeyeceğini mi söylüyorsunuz?

Elbette iktidarın iflası barış için imkân yaratabilir. Fakat iktidar iflastayken, muhalefet bloku içinden birilerinin isimlerimizi değiştirmekten bahsettiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Diyor ki, “HDP'lilere Selahattin, Sırrı, Hasip, Fatma, Emine ismini çok görüyorum.”

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun sözü bu…

Bunu söyleyen kişi sözümona muhafazakâr veya İslamcı referanslara sahip olduğunu iddia ettiği için bir Mecelle kaidesinden bahsetmek istiyorum: “Tebeddül-i esma ile hakâik-i eşya tebeddül etmez”. Yani isimlerin değişmesiyle gerçekler değişmez. Boş işleri marifet, zırvayı da fikir sanan bir sefillik karşısındayız. İşte sana muhalefetin bir bölümü! Bir diğer bölümü iktidarı eleştirirken en temel argüman olarak barış sürecinin üzerine ayağını basıp “siz İmralı’yla görüşmediniz mi?” diyor. Mevcut iktidar gidecek de, gelecek olan kör bıçağıyla bekliyor gibiyken biz neyle umutlanacağız? Birisi isimlerimizi bize layık görmüyor, ki vaktiyle Todor Jivkov Bulgaristan’daki Türklerin isimlerini değiştirince, Aziz Nesin çıkıp “Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler” diye bir yazı yazarak riyakârlığa ayna tutmuş, başına gelmeyen kalmamıştı. Diğeri de bu ülke tarihinin en değerli sürecinin üstüne basarak söylem üretiyor. Bir başkası en temel insan hakkını pedagoglara bırakacağını söylüyor. Kürtler muazzam bir tarihsel deneyim birikimine sahip bir halk. Ulusal-demokratik kimliklerini gözeten bütün Kürtler inanılmaz bir siyasal tecrübe sahibidir. Analizlerini de hep bu perspektiften süzerek yapagelirler. Kırk katır ve kırk satır yerine iki gönül bir hatır seçeneğini ihya edebilirler.


SUYA-SABUNA DOKUNMADAN İKTİDARIN GİTMESİNİ BEKLEYENLER KİRLİ KALIYOR

Dolayısıyla?

Bu iktidar için gün akşam oldu. Fakat suya sabuna dokunmadan bu iktidarın gitmesini bekleyenler kirli kalıyor. HDP’nin dışındaki muhalefet suya-sabuna dokunmayarak sadece kirliliği muhafaza ediyor. Ama umutsuz değilim. Türkiye’nin son altı ayına baktığımızda, muazzam bir derbederlik görüyoruz. Bu derbederliğin kaynağı üzerine uzun uzadıya kafa yorunca vardığım sonuçlardan biri şu: HDP dört bir yandan kıstırılınca, Kürt meselesinin silahlı boyutunun Türkiye’deki ayağı da azalınca hem iktidar hem de muhalefet siyaset yapamaz hale geldi. Toplumun yöneten kesimleri dahil herkeste egemen tek duygu var: Kıstırılmışlık. Kürt meselesi aradan çıkınca muhalefet nasıl muhalefet edeceğini, iktidar da nasıl muktedir olacağını bilemez duruma düştü. Bir an için tasavvur edelim: Kürtlerin çatışan kesimleri çıkıp “biz bu işi kayıtsız-şartsız bıraktık, aha da Allah işinizi-gücünüzü rast getirsin, çarşınıza göre pazar versin” dese, memleket birbirine girecek. İktidarın hiçbir kavramsallaştırması, muhalefetin hiçbir can alıcı etkinliği yok. Gazete Duvar yazarı Önder Algedik ve birkaç bilim insanının öneri ve çabalarını hariç tutarak söyleyeyim: Ülke sabah uyanıp da pek çok ülkenin sınırlarından büyük bir denizinin kanalizasyon çukuruna döndüğünü görüyorsa ve su motoruyla bu kiri çekmekten daha yaratıcı bir çözüm dillendirilmemişse, gelinen durumun pejmürdeliği apaçık görülür.

BU İKTİDAR GİTTİĞİNDE BU MUHALEFET DE GİDECEK

Yani bu iktidar gittiğinde vaziyet değişmeyecek mi?

Verili şartlarla hayır! Müneccim olmaya gerek yok, bu iktidar gittiğinde, eğer bu aymazlıkta ısrar ederse bu muhalefet de gidecek. 2002 yılında AKP geldi ama kıyamete kadar baki kalacağını düşünen bir çok siyasal yapı da mevt oldu. Bir şey gelişmiyorsa yok olmaya mahkûmdur. Bu denli pejmürdeliğin ortasında hâlen yüzde 1’lerin hesabını yapan bir muhalefet varken “bunlar gidecek, onlar gelecek ve her şey çok güzel olacak” demek çok iyimserlik gerektirir.

DEM Partili Dindar: Kürt-Türk irtifakının test alanı Rojava'dır DEM Partili Dindar: Kürt-Türk irtifakının test alanı Rojava'dır

Bu işin akıbetini kim belirleyecek peki?

Akıbet HDP’nin elinde. HDP’nin dışındaki muhalefette hâkim olan şey siyasetsizliktir ve bu, iktidarın en arzu ettiği şeydir. Çünkü ancak böyle hükmedebiliyor. Bakın, Cumartesi Anneleri mesela, en baskıcı dönemler dâhil bu ülkenin sembollerinden biridir. Şu anda Cumartesi Anneleri’nin toplanma, açıklama yapma hakkı gasp edilmiş durumda. Bu anneler dünyanın en barışçıl itirazlarının sahibiler. Ama bildiğimiz, tanıdığımız duyarlı birkaç CHP’li milletvekilinin dışında hiç kimse “ne yapıyorsunuz” demiyor. Eğer muhalefet de bu barajın altında yıkılıp gitmeyecekse, Cumartesi Anneleri’ne “Galatasaray Meydanı size açılana kadar grup toplantı salonumuzu size tahsis ediyoruz, her cumartesi en azından bir kere sizin taleplerinizin kürsüsü olacağız” demeleri gerekmez miydi? Demokrasinin gerçek anlamını içselleştirmek bakımından dünyanın en yoksul, en perişan ülkesiyiz.

MUHALEFETİN MUHALEFET ETMEDİĞİ DEĞİL, DESTEKLEDİĞİ ESAS ŞEY İKTİDARIN KÜRT POLİTİKASI

Ama “HDP de bunu yapmadı” denecektir…

HDP zaten her cumartesi o annelerin yanında, alanı açma mücadelesinde. Bakın büyük büyük politik açılımların değil, böylesi basit adımların bile esamesi okunmuyor. Birisi ismimizi bize çok görüyor, öteki dara düştüğünde suç dosyası olarak İmralı görüşmelerini masaya sürüyor. E Kürtler bu muhalefetin nesinden umutlansın? Bu siyasetsizlik girdabına HDP olarak kapılırsak, aynı akıbet bizi bile bekleyebilir.

Yani HDP dışı muhalefetin muhalefet etmediği tek politika iktidarın Kürt politikası, öyle mi?

Muhalefetin muhalefet etmediği değil, desteklediği esas şey iktidarın Kürt politikası.

SİYASETSİZLİK NESNELEŞTİRİR VE NESNENİN DEVİNİM YARATTIĞI GÖRÜLMEMİŞTİR

Buna karşı HDP ne yapmalı, ne yapabilir?

Şu anda partide aktif bir görevim yok ama eminim tüm baskı ve sıkıntılara rağmen HDP’de politika üretme konusunda çalışan mekanizmalar işliyor. Fakat madem siyasetsizlik dedik, şu anda aklıma gelen bir öneriyi söyleyeyim. HDP üç maddelik bir manifesto yayınlayıp dese ki, “1- Bu ülkenin son on yıllık yargılama tarihi siyasi müdahalelerden ibarettir, dolayısıyla siyasi suç olarak tanımlanan bütün dosyalar için bir genel af zorunludur. 2- Kürt meselesinin barışçıl yollardan çözülmesi esastır. 3- Bölge halkının olurunu almayan hiçbir yol baraj köprü vb. için ekolojik müdahale yapılamaz. Sadece bunları kamuya açık olarak beyan ve taahhüt edenleri seçimde muhatap alacağız. Bunu aleni olarak beyan etmeyen hiç kimse gelip bizimle görüşmesin. Bu üç maddeyi kabul eden kim olursa olsun gelsin, şartları konuşalım.” Yani “bunları kabul edenlere oyumuzu veririz” değil, şartları konuşuruz. İşte bu, siyaseten özne olmaktır. Siyasetsizlik ise sizi nesneleştirir ve nesnenin bir devinim yarattığı görülmemiştir. Bu veya buna benzer üç-beş maddelik manifesto yayınlamak, “şunu yapacağız, bunu edeceğiz” söyleminden çok daha etkili bir siyaset yapma yöntemidir. Sabah akşam terörle mesafeniz konuşulacağına, bu taleplerin kabul edilip edilmeyeceği veya nasıl bir çerçeveye oturtulacağı konuşulur. Siyasetsizliği aşma yöntemlerinden birisi budur.

Peki niye yapılmıyor bu?

Muhtemelen yapılacaktır. HDP’nin bütün il, ilçe ve kurumlarının yönetimleri, siyasetçileri, eş başkanları dört-beş defa cezaevine alınmış, HDP’de veya HDP’ye dost bir kurumda çalışmak aşından, işinden, özgürlüğünden olmayı gerektirmiş durumda. Deneyimli kadrolarının birçoğu ya hapiste veya sürgünde. Dolayısıyla böylesi bir vaziyet karşısında HDP’ye bir laf söylemekten haya ederim.

Sizce iktidarın HDP’ye vurduğu darbeler, diğer muhalefetin de HDP’ye karşı elini güçlendirmiyor mu?

Evet ama bunu aşmanın yolu siyaset üretmektir. Sonuçta HDP’nin yükselişi de siyaset üretmesiyle mümkün oldu. Yerel seçimler sırasında cezaevindeydim ama, mesela büyükşehir belediye adaylarının desteklenmesi konusunda da az önce saydığım üç madde gibi bir ilkeler manzumesi belirlenebilirdi. Bizim kapasitemiz ve ilkelerimiz kategorik karşıtlıktan çok daha fazlasını hak ediyordu.

SİYASETSİZLİKTE ÖZNE OLMA VASFINIZI KAYBEDER, SELDE KÜTÜK OLUP SUYUN DEBİSİNE, KAYANIN MERHAMETİNE KALIRSINIZ

Yani HDP destek karşılığında şartlar mı sunmalıydı?

Çok radikal şartlardan söz etmiyorum. Örneğin “kentin ana mekanlarında hiçbir yeşil alan imara açılmayacağını hangi aday taahhüt ederse, ona desteği görüşebiliriz” denebilmeliydi. Ekolojik, cinsiyet eşitlikçilik dâhil pek çok ilkelerimizden birkaçı desteğin ön koşulu olarak sunulabilirdi. Fakat bugün asfalt belediyeciliğini aşan, “işte size sosyal demokrat belediyecilik” diyebileceğimiz üç tane örnek yok. Siyaset, ilkelerin tartışıldığı bir zemine kayarsa siyaset olur.

Aksi halde?

Aksi halde günlük hayhuy içinde özne olma vasfınızı kaybeder, selde kütük olup suyun debisine, kayanın merhametine kalırsınız.

Son günlerde Türkiye gündemini belirleyen en önemli unsurlardan biri, iktidarın yakın zamana kadarki destekçisi olan Sedat Peker’in videolarını izlediniz mi?

İzlemedim ama içeriklerini okudum.

Peker’in ifşaatları size ne anlatıyor?

Bilinmedik bir şey öğrendik diyenler bir adım öne çıksın.

ALENEN YAPILANLAR, PEKER’İN ANLATTIKLARINDAN DAHA MI AZ VAHİM?

Ama bunlar aynı zamanda birer itirafnâme…

Alenen yapılanlar Peker’in anlattıklarından daha mı az vahim? Gün gibi aşikâr olana karşı hiçbir şey yapmayacaksın, sonra bu tür itiraflara bakıp “vah vah, neler olmuş yahu” diyecek ve bunun üzerinden siyaset geliştirmeye çalışacaksın! Geçmişte bu ülkede işkenceciler bile çıkıp “biz işkence yaptık, insan öldürdük” dediler. Peki bu toplum, bu siyaset işkence yapıldığını, insanların alenen öldürüldüğünü bilmiyor muydu? Dolayısıyla bizim burada ihtiyacımız olan şey yeni bilgilerden ziyade, zaten alenen yapılanlara karşı alacağımız pozisyondur. Elimizde bir imkân var. Ülke en geç iki sene içinde bir seçime gidecek. Ülkenin en politik kitlesi HDP’nin yanında yer alıyor. Taleplerimizi açık, aleni ilke olarak ortaya koyduğumuzda, muhalefetin de demokratik dönüşümüne katkı sunmuş olacağız. HDP’ye, Kürtlere karşı mevcut dil bırakılacak. Herkes sözünü tartıp biçtikten sonra sarf edecek. Yahut sen, sözünü tartıp biçmesi gerektiğini bilenlerle muhatap olacaksın. HDP kitlesi, elinde kör bıçakla bekleyenin bıçağını asla yalamaz.

HDP’nin kapatılması için yeni bir iddianame hazırlandı ve Bahçeli de AYM’ye alenen “ayar” vererek nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini söyledi. HDP’nin kapatılmasının ne tür sonuçları olur?

Eğer kâğıt üstünde bir partiyseniz, kâğıt üzerindeki tasarruflardan etkilenirsiniz. Oysa HDP bir gerçekliktir ve talepleri, iddiaları, varlık sebepleri var. Bunlara dönük zemin orta yerde dururken, HDP’nin kapatılmasıyla varılacak hiçbir yer yoktur. HDP fikriyatı böylesi bir kapatmadan hiçbir zarar görmez ama ülke açısından bir gedik daha açılmış olur. Yarını görmek isteyenler düne baksınlar. Öte yandan HDP’nin kapatılmasına gerekçe olarak sunulan unsurlardan bir kısmı İmralı görüşmeleri ve bunun yarın AKP’nin de kapatılmasına gerekçe yapılabileceğini bizzat iktidar medyasından bazı kalemler ifade ediyor.