Gazete Karınca’dan Erdal Doğan, ‘Yas işkencesi ve yüzleşmeme direnci’ başlıklı yazısında Seyit Rıza ve arkadaşlarının Dersim’de katledilişlerini ve katledildikten sonra çok farklı yerlere toplu gömülmelerini veya gömüldükleri yerlerin söylenmemesini değerlendiriyor.
Ölü bedenlere saygının, kadim toplumlardan bu yana bir ahlaki yükümlülük olduğunu, bunun çağdaş toplumlarda yasalarla güvence altına alındığını belirten Doğan, Dersim’de bu yaklaşımın tam tersinin yaşandığını söylüyor.
Loading...
“Dersim’de işlenen insanlığa karşı suçların 1937-1938 ile başlayıp o tarihle bitirmemeye amaçlayan bir sürekliliğin aklına tekabül ettiğini” belirten Doğan, bu aklın “Bu işkenceli halin sonraki kuşaklarda yarattığı somut travmalar ve acının sağaltılmasını istemediğine” dikkat çekiyor.
Erdal Doğan’ın yazısı şöyle:
“Yaklaşık M.Ö. 1200’li yıllardır, Troya kentini saran surların önüdür ve Hektor’un Akhillues ile savaş meydanında son karşılaşmasıdır.
Hektor:
(..)Haydi tanrıları tanık tutalım antlaşmalarımıza,
olamaz onlardan iyi tanık onlardan iyi bekçi.
Zeus bana zaferi verir de alırsam canını,
dile gelmez saygısızlıklar göstermem sana,
ünlü silahlarını soyar, ölünü geri veririm Akhalara.
Sen de Akhilleus, yap benim gibi.
Zeus’un kızı tanrıça Athene’nin desteğini almış Akhilleus, Hektor’a kargısı ile ölümcül vuruşu yaparken:
(…) Seni kuşlar köpekler didik didik edecek hiç acımadan.
Hektor’un son sözleri ise;
Yalvarırım canın, dizlerin, anan baban adına,
Akha gemilerinin yanında köpeklerle bırakma beni.
Yığınla tunç al, altın al,
babamla ulu anam armağanlar versin sana,
ama sen de onlara geri ver gövdemi,
ateş payımı alayım kadın erkek Troyalılardan.
(..) Akhilleus:
Dardanasoğlu altın koysa teraziye senin ağırlığınca,
Döşeğine yatıp ağlayamayacak sana seni doğuran,
köpekler, kuşlar yiyecek bütün bedenini.*
Ölü bedenlere saygı, bir ahlaki yükümlülük olarak bilindiği kadar neolitik çağlardan bu yana insanlığın ortak ve vazgeçilmez değerlerinden kabul edilen ve tüm toplumlarda içselleşen nadir insani değerlerdendir. Antik Yunan tragedya yazarlarından Sofokles’in Antigone’si ve ondan çok önceki yüzyıllardaki Homeros’un İlyada’sında ölümler dünyasına hükmeden yeraltı tanrısı Kral Hades’in karşısına ölü bedenler çıkarken vücut bütünlüğünün korunması, kirletilmemesi, inançsal törenlerine göre uğurlanması, Akhalarla Troyalıların savaşında çokça anlatılır ve altı çizilir. Bunun aksi hallerinde yalnızca ölümlü kişinin kendisinin değil geride kalan tüm ailesinin ve kralsa da halkının bir türlü yassını tutamamasına, onurunu yitirmesine, köleleştirilmesi anlamına gelmektedir. Yani savaş, saldırı, işgal bitse de geride kalanların bu amansız psikolojik, ruhsal kaosları yaşamları boyunca nesilden nesile aktarılan bir işkence halinde sürmektedir.
Bu sorumluluk ve ahlaki değer daha sonraki ulusal ve uluslararası hukukta da kendine yer bulmuştur. Mesela; Türk Ceza Kanunun 153/1. Maddesi: “İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” der.
AİHM de ölünün yakınlarına iade edilmemesine dair verilen 2013 tarihli iki kararda -Sabanchiyeva ve Diğerleri/Rusya, Maskhadova ve Diğerleri/Rusya -ölünün yakınlarına teslim edilmemesi veya defin yerinin aileye söylenmemesini sözleşmenin 8. maddesinin ihlali olarak kabul edilmiştir.
Uluslararası Kızıl Haç’ın derlediği geleneksel uluslararası insancıl hukuk kurallarında 112 ile 117. kurallar “ölüye saygı ve adaleti” düzenlemektedir. Bunlar: Ölüleri arama ve toplama yükümlülüğü; Ölülerin soyulmaya ve vücut bütünlüklerinin bozulmasına karşı korunması; Ölülerin kalıntılarının ve kişisel eşyalarının iadesi; Ölülerin defnedilmesi; Ölülerin kimlik tespiti; Kayıp kişilerin akıbeti hakkında bilgi verilmesidir.
1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde; savaşan tarafların ölüleri arayıp bulma ve bedenlerinin yağmalanmasını önleme yükümlülüğü, savaşan tarafların ölülere ait bütün bilgileri maddi manevi değeri olan bütün eşyaları kaydedip karşı tarafa veya yakınlarına iade etme yükümlülüğü, ölüleri insan onuruna layık bir şekilde defnetmek, mümkünse defin işlemini mensup oldukları dini vecibelerine göre yapmayı, mezar yerlerini işaretlemeyi, mezarlıkları korumayı düzenlerken;
1977 tarihli ikinci ek protokolle de uluslararası olmayan silahlı çatışmaları kapsayarak savaşın doğrudan tarafı olmayan veya artık çatışmalarda yer almayanlar onurlarını ve bedensel bütünlüklerinin korunması hakkına yer vermiştir.
2002 yılında faaliyete geçen B.M. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve onun statüsünü belirleyen 1998 tarihli Roma Statüsü’nün 8. Maddesi de savaş suçlarında insanlığa karşı savaş suçlarında Cenevre Sözleşmesini esas aldığını vurgulamakla birlikte insanlık onuruna yönelik suçların ölü insanları da kapsadığını belirtmiştir.
Seyit Rıza ve arkadaşları ve sonraki süreçte Dersim’de katledilenlerin ya yakılarak ya da çok farklı yerlere toplu gömülmesi, yer ve akıbetlerinin hayatta kalan sonraki kuşaklara söylenmemesine dair ısrarlı tutum ve davranış: Dersim’de işlenen insanlığa karşı suçların 1937-1938 ile başlayıp o tarihle bitirmemeye amaçlayan bir sürekliliğin aklına tekabül eder. Çünkü o dönemi çocuk yaşta bizzat yaşayanlarla sonraki kuşakların bu işkenceli acıyla halen yaşayıp durduğunu bu akıl çok iyi bilir ve gözlemler. Bu işkenceli halin sonraki kuşaklarda yarattığı somut travmalar ve acının sağaltılmasını o akıl istemez! Bu sağaltımı istese; tarihle esaslı biçimde yüzleşilmesi gerektiğini bilir. Tabi bu yüzleşme zorunluluğu; inanç, dil ve coğrafya üzerindeki baskının sonlandırılması, arşivlerin açılması, katledilenlerin toplu gömüldüğü yerlerden inançlarına uygun olarak çıkartılarak defin işlemi ve törenlerinin yapılması, bir daha bu acıların yaşanmaması için de etkili ve sonuç verici bir özrün dilenmesi ve etkili hukuki mekanizmaların kurulması, tüm mağdurların ve potansiyel dezavantajlı halkın eşit vatandaş olarak inanç ve dil ve kimliklerini yaşaması için tüm gerekliliklerin yerine getirilmesiyle mümkündür.
Bu husus özel olarak 1937-38’e de has değildir. Yüzyılı aşkın süre içinde yaşanan tüm insanlığa karşı suçlarda olması gereken de budur.
Cumartesi Annelerinin onlarca yıldır tüm baskılara rağmen Galatasaray Meydanında yürüttüğü mücadele ve taleplerin özü de budur.
Yazının linki: https://gazetekarinca.com/yas-iskencesi-ve-yuzlesmeme-direnci/