"Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adıyla hazırlanan yeni eğitim müfredat taslağı, 26 Nisan’da kamuoyu ile paylaşılmasının hemen ardından tartışmalara neden oldu. 10 Mayıs'a kadar askıda kalan taslak için 67 bin 284 görüş ve öneri iletildi. Bakanlık, askı sürecinde görüş ve önerilerin her gün Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı komisyonları ile paylaşıldığını belirtse de, başta Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) olmak üzere, birçok sendika ve sivil toplum örgütü görüşlerinin dikkate alınmadığını belirtti. Önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının onayından geçen müfredat, daha sonra Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in de onayından geçti. Böylece, yeni müfredat "https://mufredat.meb.gov.tr" üzerinden erişime açıldı. Yeni müfredat, gelecek eğitim-öğretim döneminden itibaren okul öncesi, ilkokul 1’inci sınıf, ortaokul 5’nci sınıf ve lise 9’uncu sınıftan başlamak üzere, kademeli şekilde uygulanacak.
Yeni müfredatın toplumu yüz yıl geriye götüreceğini belirten eğitimciler tepkilerini her platformda dile getirirken, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli"ni yargıya taşıdı. Dernek, Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan modelin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay'a başvurdu.
Eğitim Sen Amed 2 Nolu Şube Eşbaşkanı Duygu Özbay, yeni eğitim müfredatının doğuracağı tehlikelere dikkat çekti.
Duygu Özbay
Yeni müfredat hazırlanırken, eğitim alanının tüm bileşenlerine danışılması gerektiğini belirten Özbay, prosedürlerin işletilmediğini söyledi. Müfredata farklı kesimlerden gelen tepkilere işaret eden Özbay, Eğitim Bakanlığı ve “sarı sendika” olarak tanımladığı Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim Bir Sen) dışında müfredatı sahiplenen bir tarafın olmadığını ifade etti.
'MERKEZİYETÇİ BİR PROGRAM'
Müfredatı oluşturan iki anlayışa dikkat çeken Özbay, “Biri muhafazakar, ideolojik katman. Yani siyasal iktidarın ideolojinisini ortaya koyan bir katman. Diğeri de neoliberalizmi destekleyen, onu güçlendiren, aynı zamanda sermayeye ‘elaman’ olarak gördüğü öğrenciyi yetiştiren bir katman. Eğitim alanının tüm bileşenlerine sorularak hazırlanması gerekiyordu, dolayısıyla bu müfredat merkeziyetçi bir program” dedi.
Müfredatın 19 milyondan fazla öğrenciyi, bir buçuk milyondan fazla eğitim emekçisini ilgilendirdiğini ifade eden Özbay, “Bu sayı bize bu müfredatın toplumun bütününü ilgilendirdiğini söylüyor. İhtiyaçları karşılayan bir taslağın hazırlanması için o masada sendikaların, öğrenci temsilcilerinin, sivil toplum ve emek örgütleri ile veli derneklerinin olması gerekiyordu” diye belirtti.
'EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ DE MASADA OLMALIYDI'
“Bu müfredat sadece insani değerler üzerinden ilerlemesi gereken bir müfredat değildir” diyen Özbay, dünyadaki iklim krizinin de dikkate alınarak bir taslağın hazırlanması gerektiğini söyledi. Özbay, “Günümüzde iklim krizi gibi bir gerçeklik var. Aynı zamanda bio-çeşitlilik kaybı var. Hayvanlar ile ilgili bir ‘uyutma’ kararı konuşuluyor. Dolayısıyla o masada ekoloji temsilcileri, hayvan hakları temsilcileri de olmalıydı. Müfredat, çok merkeziyetçi kamusal tartışmalardan uzakta, kapalı kapılar ardında imzalandı ve bir hafta süre tanındı. Bir haftada yüzlerce sayfalık bir müfredatın incelenmesi talebini gerçekçi bulmuyoruz. Fakat buna rağmen müfredatı inceledik, eleştirilerimizi sunduk, fakat çok kısa sürede eleştiriler dikkate alınmadan müfredatın kabul edilmesi, öneri isteme sürecinin de yapay bir şekilde ilerlediğini gösteriyor. İnsanın doğası zaten bir akış içerisinde, dolayısıyla hayat böyle akıp giderken geriye doğru bir model belirlemek, varoluşsal gerçekliğe de uygun değil” eleştirisinde bulundu.
BİR MİLYON KIZ ÇOCUĞU EĞİTİMDEN YARARLANAMIYOR
Müfredatta yer alan dersler ve konu başlıklarına dikkat çeken Özbay, müfredatı kız çocukları bakımından değerlendirdi. Özbay, Eğitim Sen’in verilerine göre; yaklaşık bir milyona yakın kız çocuğunun şuanda örgün eğitimden faydalanamadığını ve bu kız çocuklarına ilişkin Eğitim Bakanlığı’nın bir veri paylaşmadığını da vurguladı. Özbay, “Bu kız çocukları şuan ne yapıyor bilmiyoruz” dedi.
KIZ ÇOCUKLARINI NE BEKLİYOR?
AKP-MHP iktidarının, “küçük ortaklarıyla” birlikte son yıllarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren bir kamusal alan yaratma istenci içinde olduklarını, eğitim müfredatının da bu istençle tasarlandığını belirten Özbay, “Bu müfredat üzerinden inşa edilen ‘değerler telkini’ kız çocuklarını nasıl etkileyecek diye bakmak lazım. Biz biliyoruz ki ulus devletin, yani patriyarkanın ortaya koyduğu değerler, kız çocuklarını ötekileyen, evin içine, özel alana sıkıştıran bir yerde. Bu değerler, kız çocuklarının eğitim alanında görünürlüğünü azaltıyor. Dolayısıyla çocuklar, okulların onları koruyan, sosyalleştiren rollerinden çok uzakta bir hayat sürüyorlar. Erken yaşta zorla evlendirilmek zorunda kalıyorlar. Eğitimin buradaki amacı, bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini şiddetlendiren bir yerden değil, toplumsal cinsiyet bilinci oluşturan bir yerden tasarlanmalıydı” dedi.
İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ DERSİ’NDE 'AİLE BÜTÜNLÜĞÜ'
Müfredatta yer alan bazı derslerden örnekler veren Özbay, “İnsan Hakları ve Demokrasi” dersi kapsamında çocuklara, “Aile Bütünlüğü ve Tasarruf Yetkisi” başlığı altında çeşitli eğitimler verileceğini ifade etti. Özbay, “İnsan Hakları ve Demokrasi Dersi’nde, ‘Aile Bütünlüğü’ konusuna yer verilmesi yersiz. Eğer siz çocuğa ‘demokratik bir aile çözümlemesi’ yapmadan bu dersi verirseniz, patriyarkal toplum içinde tasarruf yetkisinin de erkekte olduğunu düşünürsek, kız çocuğu burada ikinci bir pozisyonda olacak. Dolayısıyla tasarruf yetkisinin de demokratik olmasına dair bir düzenleme yapmadan, o dersin müfredatta yer almasını sakıncalı buluyoruz. Çünkü kız çocukları, özel alan içinde olması gereken, evi toparlayan, yemek yapan, evin bakımından sorumlu bir yerde tutuluyor” şeklinde konuştu.
EVRENSEL ÖZGÜRLÜKLERDEN BAHSEDİLMEMİŞ
“İnsan Hakları ve Demokrasi” denilmesine rağmen, ders kapsamında evrensel özgürlüklerden bahsedilmediğine vurgu yapan Özbay, “Özgürlüklerin neden kısıtlanması gerektiğine yer verilmiş. Özgürlükler kısıtlandığında kız çocukları hem kamusal, hem de özel alanda ‘dezavantajlı’ oluyor. Kamusal alanda eğitim hakkından ilk feragat etmesi gereken kesim oluyor. Feragat edilmesi gereken ilk konumda olmaları bugün bu müfredat aracılığıyla da yeniden üretiliyor. Mesela, ‘Değerler Telkini, Sabır Değeri’ kız çocukları için riskli bir ders. Çünkü çocuk ev içerisinde bir şiddet gördüğünde susmak ve sabırlı olmak zorunda olduğunu düşünecek. Özellikle aile bütünlüğü içerisinde. Dolayısıyla, evde, okulda, dışarıda, olaylar karşısında susması gereken, sabır göstermesi gereken kız çocukları yetiştirmeyi amaçlıyorlar. Müfredat aynı zamanda iktidarın önem verdiği o ‘aile bütünlüğünü’ güçlendiren bir yerde duruyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin şekillendiği ilk yer olan aileye bu şekilde yer verilmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini güçlendiren bir ders olacağına dair sinyaller de veriyor bize. Henüz kitaplar basılmadı ama kitaplar basıldığında daha riskli boyutlarıyla karşı karşıya kalabiliriz” uyarılarında bulundu.
FELSEFE DERSİ’NDE KADIN YOK!
En çok dikkat çeken derslerden birinin Felsefe Dersi olduğunu ifade eden Özbay, “Bu derste kız çocuklarının dikkatini çekecek bir kadın düşünür, bir kadın felsefeciye yer verilmemiş. Dolayısıyla ‘kadın düşünemez, kız çocuğu düşünemez’ algısı yeniden üretiliyor. Çünkü akıl-duygu, erkek-kadın düalizmi, sömürü oluşturan felsefik yaklaşımlar bu dersler içerisinde, müfredatın da temelini oluşturuyor. Akıl-duygu, erkek-kadın düalizminde, erkek akıl ile ilişkili, kadın duygu ile ilişkili dizayn ediliyor. Dolayısıyla burada düşünür olabilme özelliği yine bir erkeğe atfediliyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin ve mesleklerin cinsiyetleştirilmesi yeniden üretime sokuluyor. Oysa, kız çocuklarını gözeten, cinsiyetçi, milliyetçi kodlardan azade bir eğitim müfredatına ihtiyacımız var” diye belirtti.
'EKOLOJİK BİR MÜFREDAT DEĞİL'
Müfredatın iklim krizine yer vermediğini, dolayısıyla ekolojik olmadığını belirten Özbay, “Sadece çok süslü kelimelerle ‘sürdürülebilirlik’ kavramı üzerinde durulmuş. Bugün sürdürülebilirlik kavramı iklim krizinin yarattığı sorunlar karşısında bize bir çözüm olabilecek mi? Oysa iklim krizi kız çocuklarının eğitime katılımını etkileyen bir sorun. Afrika’yı incelediğimizde; orada kız çocuklarının bu krizlerden dolayı eğitim haklarının elinden alındığını çok net görüyoruz. Suya erişim konusunda sıkıntı yaşanıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı kız çocukları uzun saatleri dışarıda temiz su bulmak için geçiriyor. Dolayısıyla eğitim alamıyorlar. Ya da okyanusların ısınmasıyla birlikte balıkçılık ile geçinen aileler eve yeteri kadar gıda götüremiyor, dolayısıyla kız çocuğu evlendirilmesi gereken bir kesim olarak görülüyor. Bu mesele sadece Afrika için değil, Türkiye de iklim krizinden etkilenen bir ülke olduğu için bunu engelleyen hiçbir politika yok. Oysa insan merkeziyetçiliğini aşan ekolojik bir yaşamı odağına alan bir yerden hareket etmek gerekiyor” dedi.
EĞİTİM SİSTEMİ NASIL ŞİDDET ÜRETİYOR?
Özbay, eğitim sisteminin toplum üzerindeki etkilerine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün bu tekçi eğitim politikalarının ülkede sorunlara neden olduğu çok aşikar. Bir öğretmen öğrencisi tarafından öldürüldü. Bu olayı münferit bir olay olarak göremeyiz. Bugün şiddet dediğimiz şey küresel olarak da ciddi boyutlara ulaştı. Bizler bir şiddet sarmalı içinde yaşıyoruz. Fakat bu şiddet sarmalı kendiliğinden oluşmuyor. Bugün bu ülkede bir kişi tek başına söylem oluşturuyor. Ötekileştirici, yok sayan, kadınları sürekli hedef alan söylemler, bu şiddetin fiziksel boyuta ulaşmasına neden oluyor.
Biliyoruz ki ulus devlet anlayışı, her zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder. Bu kapsamda da eğitimi kendi yayılma aygıtı olarak kullanır. Tekçilik üzerinden homojen bir toplum yaratma istenci var. Fakat Türkiye toplumu homojen bir toplum değil, tek dil, tek dinin olduğu bir toplum değil. Bu ülkede birçok etnik kesim ve inançlar kendilerini öteki olmadan nasıl ifade edecek? Bu öğrenciler kendilerini nasıl ifade edecek? Sonuçta okullar çoklu kültürlerin, farklı dillerin bir araya geldiği ortamlar. Okullar böyle ortamlarken onlara tekçiliği dayatmak, bu tekçilik üzerinden bir bütünen farklıları bir pota içerisinde eriten bir anlayış, okullarda öfkeye neden oluyor. Toplumsal şiddete neden oluyor. Öğrencileri baş edemeyecekleri bir şiddetin içerisine sokuyoruz. Kapitalist patriyarkal sistem zaten krizler oluşturan bir sistem, şiddetin artması da bu krizlerin bir parçası. İktidar bu sorunu nasıl çözmeye çalışıyor? ‘Kaybettiğimiz geleneksel değerlere geri dönerek bu krizleri çözmeye çalışalım’ diyorlar. Kapitalizmin yarattığı krizleri gözardı etmek, manipüle etmek için kullandıkları bir ‘değerler telkini’ içerisinde evrensel hiçbir değer yok.”
DİNSELLEŞTİRME VE PİYASALLAŞTIRMA PROJELERİ
Bakanlıklar arasında imzalanan “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesine ve Mesleki Eğitim Merkezleri’ne (MESEM) dikkat çeken Özbay, “ÇEDES dinselleştirme, MESEM ise piyasallaştırma projesi. Dolayısıyla eğitim hem sermaye, hem de cinsiyetçi, milliyetçi muhafazakar kodlardan azade, tamamen eşitlik bilinci dikkate alınarak tasarlanmalı. Eğitim burada bir taraf olmalı, fakat siyasal iktidarın ideolojinin tarafı değil, toplumun ihtiyaçlarının tarafı olmalı. Bizler de bunun mücadelesini yürütmeye devam edeceğiz” ifadelerine yer verdi.
MA / Arjin Dilek Öncel