Eski HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Youtube'ta yayınlanan Ayşegül Doğan, Yıldırım Türker ve Hâle Şerif’in birlikte hazırladığı “İtirazım Var” programında gündemle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Önder, "Bu ülkede de siyaseten mahkûm olmakla siyasi iktidarın paydaşı olmak arasındaki mesafe çok kısadır. Yani bugün siyaseten mahkûm olan yarın bu ülkede bakanlık yapabilir. Gerçekten o ara çok kısadır. Onun için siyasi mahkûmiyetleri çok önemsemem” dedi.
"12 Eylül kendisinden sonraki bütün kötülüklerin anasıdır, hepsi ondan doğdu, ondan cesaret aldı, onun zamanında kurumsallaştı” diyen Önder, “Baskı ve zulüm arasında dönemsel hiyerarşi kurmak hem zor hem de faydasızdır. Ama şunu söyleyebiliriz, iki dönem hukuksuzluk kulvarında yarışsa ipi beraberce göğüslerler” ifadelerini kullandı.
‘ÜLKEDEN İLK KAÇACAK OLANLAR BUNLAR’
Önder değerlendirmesinin devamında şunları söyledi:
“Bu dönemi yapmak istesem riyakâr muhafazakarlığı mutlaka irdelemekle işe başlarım. Bu dönemde hakim yapının çözümlemesini buradan yapmazsanız yaptığınız bütün karakterizasyon, karakter yaratma süreçleri eksik kalabilir. Dolayısıyla ikili bir şeyi var. Karşınızda savunduğu şeye inanan bir yapı yok. Mesela karşınızda İslami usul ve esaslara göre bu ülkeyi yönetmek isteyen bir yapı yok. Muhtemelen İslami bir yönetim şeklinin fragmanı olsa, ülkeden ilk kaçacak olanlar bunlar. Bir fragman olsa da görsek ilk terk edecek olan bunlardır. Bir bu boyut var İki bu hukukla ufak ufak oynama biçimi önce mahcup bir şekilde, giderek de pervasızlaşan, biz kendi işimize bakarız noktasına kadar getiren o süreçlere yoğunlaşırdım.
‘GEZİ TUTSAKLARINI SELAMLIYORUM’
Şimdi sinema demişken, Çiğdem Mater’i anmadan geçmeyeyim. Çiğdem şu an Gezi meselesinde çekmediği bir filmden cezaevinde tutuluyor ve tıpkı geziden dolayı içeri alınan başta Kavala olmak üzere oradaki bütün arkadaşlarımız gibi. Hukuk hiç bu kadar usulen bile olsa gözetilmeyen bir noktada değildi. Bir analoji kurmak gerekirse İstiklal Mahkemesi yargılamalarında önce idamına sonra delillerin tahkikatına kafasına geri dönülmüş bir noktada. Bu itibarla Çiğdem ve Osman başta olmak üzere bütün Gezi’deki tutsak arkadaşlarımızı da saygıyla selamlıyorum.
BUGÜN SİYASETEN MAHKÛM OLAN YARIN BU ÜLKEDE BAKANLIK YAPABİLİR’
Hapishanelerin benim üzerimde bir yaptırım şeyi yok. “Eyvah hapse düşerim.” Bu doğal bir kaygıdır. Hapislik kötü bir şeydir. “Eyvah hapse düşerim, özgürlüğüm kısıtlanır, artık sağlık sorunlarım da var, ne yaparım?” falan filan. Bu sağlıklı düşünebilen her bireyin taşıması gereken kaygılardır ya da onun tersi yiğitlik falan değildir. Ama bende hapishanelerin ya da cezanın bir yaptırım değeri yok.
Dolayısıyla cezaevi şey değil benim için, böyle düşünülecek, kaygılanacak bir şey değil. Bu ülkede siyaseten mahkûm olmakla siyasi iktidarın paydaşı olmak arasındaki mesafe çok kısadır. Yani bugün siyaseten mahkûm olan yarın bu ülkede bakanlık yapabilir. Gerçekten o ara çok kısadır. Onun için siyasi mahkûmiyetleri çok önemsemem. Sadece ülke adına kaygılanıyorum ve bir sürü genç arkadaşımız adına kaygılanıyorum. Sağlığını kaybeden arkadaşlarımız var, bunlar adına kaygılanıyorum. Seçilmiş bir halk temsilcisinin yasama ve temsiliyet görevini yaparken ve bu süreçte sarf ettiği sözler ve yaklaşımlardan dolayı mahkûm edilmesinden ülkem adına derin bir utanç ve üzüntü duyuyorum.
‘BEN İŞKENCE KONUSUNDA TOLERANS, UNUTTUM’
Doğan’ın ‘Seneler sonra milletvekili oluyor ve Meclis’te işkencecinizle karşılaşıyorsunuz’ hatırlatması üzerine Önder şunları söyledi:
Raci Tetik, şimdi hayatını kaybetti. Sağlığında diyeceklerimi demiş olmanın şeyiyle konuşayım. 12 kişiydik. Darbeleri Araştırma Komisyonu vardı. Mamak Cezaevi’yle Diyarbakır Cezaevi 12 Eylül’le müsemma iki toplama kampı misali yerdi. Arkadaş, adamı dinlemeye hiçbir komisyon üyesi gelmedi, adama soru sormaya. Komisyon başkanı Nimet Baş, MHP Milletvekili Atilla Kaya ve ben. Komisyon başkanını saymazsan bir MHP’liyle, o zaman BDP’ydi, bir BDP’li gittik adama soru sormak, dinlemek için. Ben işkence konusunda tolerans, unuttum, affettim gibi yaklaşımın çok faydası olduğunu da düşünmüyorum, çok gerçek olduğunu, bunu söyleyenlerin çok sağlıklı düşündüğünü de düşünmüyorum.
Ama, buna yaklaşım işkencesiz bir gelecek için kaygısını hiç gütmeden ve bu çerçevede olmalı. Onun ötesinde gerçekten kini insan kalbine yük sayan bir anlayışım var. Kişisel dairede onu affedersin affetmezsin, bu önemli bir şey, ama buna yaklaşım, “kardeşim, bak, üzerinden şu kadar yıl geçti, yeniden kötü muamele yapacak olanlar, yeniden insan onurunu hiçe sayanlar, buna tevessül edenler bunun akıbetini görsünler, ders alsınlar” ve işkence konusunda da, işkenceye itiraz etme bahsinde de bir bilinç oluşsun. Temel yaklaşımım buydu ve son derece de adamla bir tartışma yaşadık. O ana kadar kişisel olarak kendi hikâyemi çıkartma şeyinde değildim. Oysa anamın gözünün önünde beni, benim gözümün önünde anamı döven bir yerin tek sorumlusuydu. O tel tel dökülme, o pejmürdeliğini gördüm. İçimde bir öfke, bir kin olmadan biraz o yüzleşmeyi tarihe şerh etme amaçlı yaklaştım. Birçok dinlediğimiz insan için de böyle yaklaştım. Fakat şey bana çok tesir etti. 12 kişilik komisyondan sadece iki kişinin bunu merak etmesi, buna dair sorusunun olması.
‘RACİ TETİK BULUNDUĞU NOKTADAN BİR ADIM GERİ ATMADI’
Bence akli melekeleri çok yerinde değildi. Bulunduğu noktadan bir adım geri adım atmadı, öncelikle onu söylemeliyim. Ama ağır bir tedavi uygulanıyordu ve kendisinin beyanıyla, östrojen hormonu veriliyormuş, dokuyla ilgili bir hastalığı vardı sanırım. Hiçbir şey anlamamış. O anlamamışlığını da göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Atçalı Kel Mehmet dedik ya, devletin kutsal bir şey olduğunu, devletin kendisi için tanzim edilmiş bir örgütlenme diyelim en teknik ifadesiyle, değil de ama kutsal bir şey olduğunu varsayan, küçük yaştan depremle yetim kalınca Darüşşafaka, oradan askeri okulla şekillenmiş bir şey. Bir parça şey de ettim, üzüldüm de haline yani. İnsanlıktan hiçbir nasibini almamış, nasibini alacak bir ortam da olmamış, böyle bir ömür. Bununla anılmak bir insana, varsa yakınlarına yeterince ceza diye düşünüyorum.
‘HAPİSHANE OLMASAYDI BUGÜNKÜ BEN OLMAZDIM’
Ya yapanların, zulmedenlerin utancını, zulmedenlerin boynuna astığında, orası çok geliştirici ve insanlara yoğunlaşma zemini veren mekânlardır. Özgürlüğü saf böyle hareket serbestliği olarak almıyorsan, daha geniş kapsamlı alıyorsan ve seni içeride tutma sebepleri senin onurunsa, hapislik adama bir şey yapmaz. Nedir? Şeref madalyamdır. Elbette ki olmasa iyi, ama oldu diye dünyanın sonu değil orası da. Hapishane olmasaydı bugünkü ben olmazdım. Kim bilir neye benzerdim? Yani bundan eminim mesela. Onun için hayıflanılacak bir şey değildir, imrenilecek bir şey hiç değildir.
‘HAKKIMDAKİ DAVA SAYISI SÜREKLİ DEĞİŞİYOR’
Hakkımdaki dava sayısı sürekli değişiyor. Şimdi bir Kobani Davası’ndan yargılanıyorum. Diyarbakır'daki üç dört dosyam Kobani Davası’yla birleştirildi. Kobani Davası’yla birleştirilince “toplamda üç dört davam kalmış” diye düşünürken, onun birleştirme kararı alındığı gün Diyarbakır'da iki yeni dava daha açıldı hakkımda. Sonra hadi onların birinden, cumhurbaşkanına hakaretten 10 ay ceza aldım. Bu böyle sürerken birdenbire Yargıtay, o Kobani Davası’yla birleştirilen dosyaların birleştirilme kararını bozdu. Şimdi yeniden Diyarbakır'da, 7 yıldır yargılaması bitmeyen bir süreç, Diyarbakır'da yeniden sıfırdan başlayacak. Onun için, günden güne değişiyor dememdeki şey buBir şekilde birinden ceza aldığında bütün bu dosyalar yeniden ihya ediliyor. O yüzden çetelesini tutamıyorum. Bugün kaç davam var, yarın kaç dava olacak, onu bilmek mümkün değil. Çözüm süreciyle ilgili olan var, ilgili olmayan var. Muhtelif. Ne yapmışsak dava konusu, ne söylemişsek dava konusu. Yaptığımız bir şey yok. Tümü söze dair, söylediğimiz şeylere dair. İşte “terör propagandası” yapmak en hafif deyimiyle. Dosyalar bunlar.”
Programın devamını link üzerinden izleyebilirsiniz.