GÜNDEM

Türkiye Eğitim Sisteminde 22 Yılda Gerçekleşen Değişiklikler: devrim mi, çöküş mü?

Yeni eğitim öğretim dönemi 9 Eylül’de başladı. Türkiye’nin gündemi ise müfredat değişiklikleri ile meşgul. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in onayladığı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat, 2024-2025 eğitim öğretim yılının başlangıcından itibaren kademeli olarak uygulanacak.

Abone Ol

Okul öncesi, ilkokul 1. sınıf, ortaokul 5. sınıf ve lise 9. sınıflarda hayata geçirilecek olan bu müfredat, yüzde 35 oranında seyreltme ve bileşen sayısının azaltılması gibi önemli değişiklikler

Yeni müfredat taslağı, 26 Nisan 2024 tarihinde kamuoyunun görüş ve önerisine sunuldu ve 10 Mayıs 2024’e kadar askıda kaldı. Bu süre zarfında, 67 bin 284 görüş ve öneri iletildiği açıklandı.

Bakanlık, yeni müfredatın çeşitli paydaşların katılımıyla yapılan on yıllık bir ihtiyaç analizi sonucunda ortaya çıktığını vurgulasa da birçok eğitimci bu değişikliklerin siyasi bir ajandanın ürünü olduğunu ve öğrencilerin temel eğitim ihtiyaçlarını karşılamadığını savunuyor.

Yeni müfredatın detaylarından önce, geçmişteki düzenlemelere bakmak, bugünkü değişikliklerin arka planını anlamak açısından önem taşıyor.

22 yılda 9 bakan

Ak Parti’nin 22 yıllık iktidarı boyunca Millî Eğitim Bakanlığı koltuğunda 9 farklı isim oturdu. Bu durum, eğitim politikalarında sürekli bir değişim ve belirsizliği beraberinde getirdi. 26 yıllık eğitimci ve aktivist Lokman Tekin, eğitimde bakan değişikliklerinin ciddi sıkıntılara yol açtığını vurgulayarak, bu durumun özellikle öğretmenler ve öğrenciler için kafa karışıklığı ve belirsizlik yarattığını belirtti. Tekin, “Yeni gelen bakanların uygulamaları önceki bakanların uygulamalarını geçersiz kılıyor. Bu durum, eğitimde sürdürülebilir bir model oluşumunu engelliyor” dedi.

22 yılda görev yapan Millî Eğitim Bakanları ve görev süreleri:

Erkan Mumcu: 19.11.2002- 17.03.2003

Hüseyin Çelik: 17.03.2003- 03.05.2009

Nimet Çubukçu: 03.05.2009- 07.07.2011

Ömer Dinçer: 07.07.2011- 25.01.2013

Nabi Avcı: 25.01.2013- 23.05.2016

İsmet Yılmaz: 24.05.2016- 10.07.2018

Ziya Selçuk: 10.07.2018- 05.08.2021

Mahmut Özer: 06.08.2021- 04.06.2023

Yusuf Tekin: 04.06.2023- Halen Bakan

İlkokulda başlayan karmaşa

2005 yılında, Hüseyin Çelik’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde yapılan müfredat değişiklikleri, eğitimde radikal yenilikler getirdi. Bakanlık yeni düzenlemeyi açıklarken; “öğrenci merkezli, modern yaklaşımların hedeflendiğini, eğitimin her seviyesinde çeşitli iyileştirmeler içerdiğini” belirtti. Düzenlemeler çerçevesinde, “ses temelli cümle yöntemi” ile okuma-yazma öğrenimi dönüştürülerek, fişlerle okuma yöntemine son verildi.

El yazısına geçiş, matematik ve fen derslerinde öğrencilerin aktif katılımını teşvik eden yenilikler, girişimcilik ve küreselleşme gibi yeni derslerin eklenmesi, dikkat çeken başlıca değişikliklerdi.

Yapılan bu düzenlemeler, Türkçe dilinin yapısına daha uygun ve ezbercilikten uzak bir eğitim modeli sunmayı amaçlıyordu. Ancak, bu yenilikler her ne kadar ileriye dönük adımlar olarak öne çıksa da aileler ve bazı eğitimciler arasında kafa karışıklığı yarattı. Öğretmenlerin büyük kısmı değişikliklere olumlu baksa da hizmet içi eğitimlere daha fazla ihtiyaç duyulduğu ve uygulamada bazı zorluklar yaşandığı anlaşıldı. Ayrıca öğrencilere yönelik hazırlıkların yetersiz olması, onların adaptasyon sürecini zorlaştırdı ve eğitimde süreklilik sağlanamaması eleştirilerine yol açtı.

Sınav sistemi değişti: “OKS, SBS oldu; SBS, TEOG; TEOG, LGS…”

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde, sistemindeki değişiklikler isim değişikliğinden öteye geçerek, niteliği ve kapsamı da büyük ölçüde etkiledi. Bu yıllarda orta okulda öğrenim gören öğrenciler, sınav sisteminde baş döndürücü hızdaki değişikliklerle karşılaştı. 2003-2004 yıllarında uygulamaya giren Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS), öğrencilerin tek bir merkezi sınav sonucuna göre liselere yerleştirilmesini sağlıyordu. Ancak bu sistem, öğrencilere tek bir fırsat sunması nedeniyle eleştirilere maruz kaldı.

2006-2007 yıllarında ise OKS yerini Seviye Belirleme Sınavı (SBS) sistemine bıraktı. Bu yeni sınav, 6., 7. ve 8. sınıfları kapsayacak şekilde genişletildi ve öğrenciler her yıl ayrı ayrı sınava giriyordu. Amaç, öğrencilerin başarısını daha dengeli ölçmekti. SBS’de kapsam, görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi gibi dersler dışındaki derslerden oluştu.

2013-2014 yıllarında uygulamaya konulan Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınav sistemi, öğrencilerin her yıl altı temel dersten iki ayrı sınava girmesini gerektiriyordu. Bu sistem, merkezi sınavların sayısını artırarak öğrenciler üzerindeki stresi azaltmayı hedefledi ancak karmaşık yapısı nedeniyle eleştirildi. Ayrıca TEOG, açık uçlu soruların kullanılmasına yönelik çalışmalarla gündeme geldi.

“LGS’ye girenlerin sadece yüzde 9’u sınav puanıyla yerleşiyor”

Son olarak, günümüzde uygulanan Liselere Geçiş Sınavı (LGS), TEOG sistemine kıyasla daha merkezi ve nitelikli okullara yerleşme şansı tanıyan bir sınav olarak sunuldu. Ancak bu sistem de bazı bölgelerde öğrencilerin tercih ettikleri okullara yerleşememesi ve bazı okulların kontenjanının dolup diğerlerinin boş kalması gibi sorunlar doğurdu. Sınavların isim değişikliğinin ötesinde, her bir sistemde hem kapsam hem de niteliksel farklılıklar göze çarptı; ancak bu değişiklikler, eğitim sistemini köklü bir şekilde iyileştirmekten çok, öğrenci ve aileler üzerinde kafa karışıklığı yaratan bir dizi değişiklik olarak kaldı.

Sistem değişikliklerine gerekçe olarak belirlenen amaçların yaşamda karşılık bulamadığını söyleyen 26 yıllık eğitimci ve Aktivist Lokman Tekin’e göre, LGS şu ana kadar uygulanan sistemler içinde bilimselliğe en uzak olanı. Tekin, “Öğrenciler hazırlanıp sınava giriyor ama sınav puanları ile sadece yüzde 9’u liselere yerleşebiliyor. Geri kalanlar ise okul puanlarıyla yerleştiriliyor” şeklinde konuştu.

Üniversite sınavı ücretleri, 22 yılda yüzde 4 bin 175 arttı

2002- 2024 yılları arasında yüksek öğretime geçiş için iki farklı sınav sistemi uygulandı. Değişiklik sayısının az olmasına karşılık sınav ücretlerinde oldukça hızlı bir artış yaşandı. 2016-2017 yılına kadar Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) uygulandı. 1998-99 yıllarında ilk defa uygulanan bu sınav iki temel oturumdan oluşuyordu (YGS-LYS). 2018’den günümüze kadar uygulanan sistem ise Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS).

2002 yılında yapılan ÖSS sınavına girmek isteyen öğrencilerin ödemesi gereken ücret 20 TL (eski ismi ile 20 milyon) iken 2024 yılında dil oturumu da dahil olmak üzere 3 oturum için ödenmesi gereken miktar 855 TL oldu.

2002-2024 yılları arasında sınav ücretlerindeki bu hızlı artış, enflasyon oranlarındaki dalgalanmalarla doğru orantılı bir şekilde gerçekleşti. Özellikle 2018’den sonra sınav ücretlerinde gözle görülür bir artış yaşanırken, enflasyon oranlarının da aynı dönemde ciddi bir şekilde yükseldiği dikkat çekiyor.

8 yıllık kesintisiz eğitimden neden 4+4+4’e geçildi?

2002 yılı itibariyle Avrupa Birliği kriterlerine uyum ve demokratikleşme adı altında eğitimde bir dizi değişiklik yapıldı.  2012 yılında uygulamaya konulan 4+4+4 sistemi, bu hedef çerçevesinin dışında kaldı.

1997 yılında uygulamaya konan 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, Türkiye’de ilkokul ve ortaokulun birleştirildiği 5+3 (ilkokul-ortaokul) modeline dayanmaktaydı. Ancak, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında yürürlüğe giren 6287 sayılı yasa ile zorunlu eğitim süresi 12 yıla çıkarıldı ve bu süre 4+4+4 modeli ile kademelendirildi. Bu yeni model, ilkokul, ortaokul ve lise olarak üç kademeye ayrıldı. Ayrıca okula başlama yaşı da 72 aydan 66 aya indirildi.

4+4+4 sistemiyle birlikte düz liselerin kapatıldığını ve liselere girişte 5 farklı sınav sisteminin uygulamaya konulduğunu belirten Eğitim Uzmanı Tekin, “Bu sınavlar sonucunda Anadolu ya da fen liselerine yerleşemeyen binlerce öğrenci mağdur oldu ve zorunlu olarak imam hatip liseleri, meslek liseleri veya özel okullara mecbur edildi” dedi

Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı düştü

Bu değişiklikler, kamuoyunda geniş tartışmalara yol açtı. Özellikle, okula başlama yaşının küçültülmesi ciddi eleştirilerin hedefi oldu. Eğitim-Sen tarafından yayımlanan bir raporda, 60-66 aylık çocukların 72-83 aylık çocuklarla aynı sınıfta eğitim almasının büyük sorunlar doğuracağı belirtilmişti. Raporda ayrıca, okullardaki fiziksel altyapının bu yaş gruplarına uygun olmadığı da vurgulandı.

Özellikle okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarında önemli bir düşüş gözlemlendi. Eğitim Sen’in verilerine göre, 2011-2012 eğitim yılında 5 yaş grubundaki okul öncesi okullaşma oranı %65,69 iken, 2012-2013 eğitim yılında bu oran %55,35’e geriledi. Özellikle kız çocuklarının okullaşma oranındaki düşüş oldukça dikkat çekici. Bu değişiklikler, eğitimde fırsat eşitliğinin zedelenmesine yol açtığı gerekçesiyle birçok kesim tarafından eleştirildi.

Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkmasıyla birlikte açık lise öğrenci sayısında da bir artış yaşandı. 2011-2012 eğitim yılında açık öğretim lisesine kayıtlı öğrenci sayısı 940 bin 268 iken, 2012-2013 eğitim yılında bu sayı 1 milyon 14 bin 409’a çıktı.

İmam hatip okullarının yükselişi

1997 yılında toplanan Millî Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlarla, İmam Hatip liseleri büyük bir darbe aldı. Sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmesiyle, bu okulların ortaokul kısımları kapatıldı ve üniversite sınavlarında uygulanan katsayı farkı, mezunlarının kendi alanları dışında yükseköğretime devam etmelerini zorlaştırdı. Bu uygulamalar, İmam Hatip liselerine talebin azalmasına ve öğrenci sayılarında düşüşe yol açtı.

Ancak, 2012 yılında yürürlüğe giren 4+4+4 sistemi ile İmam Hatip ortaokulları yeniden açılmaya başladı ve katsayı engeli kaldırıldı. Bu adımlar, İmam Hatip liselerinin yeniden yaygınlaşmasına zemin hazırladı.

Eğitim Sen Van Şube Eş Başkanı Murat Atabay, 4+4+4 sistemiyle birlikte imam hatip okullarının eğitim sistemindeki ağırlığının artığını ifade ederek, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu sistem AKP’nin bugünkü eğitim politikalarının temelini oluşturuyor. 8 yıllık kesintisiz eğitimin 4+4+4 modeline dönüştürülmesiyle imam hatiplerin önü açıldı ve bu süreçte müfredatta yapılan değişiklikler ile çocuklar, bilimsel ve eleştirel düşünceden uzaklaştırıldı.

Özellikle, köy okullarının kapatılmasıyla çocuklar taşımalı eğitim sistemi ile şehirlerdeki okullara yönlendirildi. Bu durum, hem köylerde öğretmenlerin etkisini azaltarak imamların etkinliğini artırdı, hem de kız çocuklarının okullardan uzaklaşmasına yol açtı.

Bunun bilinçli bir politika olduğunu, yoksul ailelerin çocuklarının tarikat ve cemaatlerin aktif olduğu pansiyonlara yerleştirilmesinin, eğitim sistemindeki dönüşümün bir parçası olduğunu düşünüyorum.”

22 yılda özel okulların payı yüzde 2’den yüzde 25’e yükseldi

Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı son örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye’de toplam 17,5 milyon öğrenci örgün eğitim alıyor. Ülke genelinde 70 bin 383 eğitim kurumu/okul bulunuyor. Bu okulların 56 bin 200’ü devlet, 14 bin 179’u ise özel sektöre ait. Devlet okullarında 15 milyon 839 bin 140, özel okullarda ise 1 milyon 578 bin 233 öğrenci eğitim görüyor. 2002 öncesi %2 olan özel okul oranı, geçen yıl itibarıyla %25’lere yükseldi.

Eğitimde piyasalaştırma politikalarının etkisi, yalnızca okul sayılarıyla değil, aynı zamanda öğretmen istihdamıyla da belirginleşti. Atabay, bu durumun detaylarına dikkat çekti. Atabay’a göre, 4+4+4 sisteminin getirdiği değişiklikler, kamu okullarına ayrılan bütçenin azaltılmasına ve özel okullara teşviklerin artırılmasına neden oldu.

Atabay, özetle şu değerlendirmede bulundu:

“Özel okullara sağlanan teşvikler, eğitimdeki eşitsizlikleri derinleştirdi ve kamu okullarında öğrenim gören öğrencilerin durumunu giderek zorlaştırdı.

Kamu okullarındaki kadrolu öğretmen alımı neredeyse durma noktasına geldi. Eğitim emekçilerinin büyük bir kısmı ücretli ve sözleşmeli pozisyonlara kaydırıldı. Ataması yapılmayan öğretmen sayısı 1 milyonu aştı.

Özel sektör öğretmenleri, kısa süreli sözleşmelerle iş yapıyor ve istisnalar dışında, ortalamada kamu öğretmenlerine göre daha düşük ücretlerle, daha uzun saatler çalıştırılıyor. Bu durum, eğitim kalitesini ve öğretmenlerin moralini, çalışma motivasyonunu olumsuz etkiliyor.”

“Eğitim sisteminin sürekli değişmesi ve altyapı eksikliği, başarıyı etkiliyor”

Lokman Tekin de değerlendirmesinde, okullardaki müfredat ile sınav sistemi arasındaki uyumsuzluğa dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Öğrenciler ek kaynak, özel ders, dershane ve özel okullara mecbur bırakıldı. Devlet okullarında klasik yöntemler uygulanırken, sınavlarda test yöntemlerinin kullanılıyor. Öğrenci uyum sağlayamıyor. Maddi imkânı olmayan aileler, büyük bir fırsat eşitsizliğine maruz kalıyor.

Ayrıca, devlet okullarındaki 50-60-70 kişilik sınıflar ile büyük kolejlerdeki 7-8 kişilik sınıflar arasındaki fark da aynı sınavlara giren öğrenciler arasında ciddi bir adaletsizlik yaratıyor.

Bu eşitsizlik, eğitim fırsatlarını ve başarı şanslarını doğrudan etkiliyor. Eğitim sisteminin sürekli değişmesi ve altyapı eksiklikleri, öğrencileri ve eğitim emekçilerini, toplamda da eğitimin başarısını olumsuz etkiliyor.”

Türkiye, OECD ortalamasını yakalayamıyor

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1997 yılından bu yana her üç yılda bir “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” (PISA) isimli bir araştırma yapıyor. Bu araştırma ile 15 yaş grubundaki öğrencilerin matematik, fen ve okuma bilgi- becerileri değerlendiriliyor. Türkiye, 2003 yılından itibaren bu araştırmalara katılıyor. PISA sonuçları bugüne kadar müfredat değişikliği için bir gerekçe olarak kullanıldı.

Türkiye, en son açıklanan PISA sonuçlarına göre fen, matematik ve okuma alanlarında sıralamasını kısmen yukarı taşıdı, ancak 22 yılda hiçbir zaman OECD ülkelerinin ortalamasını yakalayamadı. Eğitim sistemindeki sürekli değişiklikler, PISA grafiklerinde Türkiye hanesinde dalgalanmalar olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de matematikte üst düzey başarı gösteren öğrencilerin oranı 2022 yılında bir önceki yıla göre değişmedi. Ancak, OECD ülkelerindeki genel düşüş nedeniyle Türkiye’nin ortalama sıralaması yükseldi. Bu durumda, Türkiye’nin sıralamasındaki iyileşme, ülkenin konumunu korumasından ve OECD ülkelerinin gerilemesinden kaynaklanıyor gibi görünüyor.

  • Matematik: 2003 yılında Türkiye, 41 ülke arasında 34. sırada yer alırken, 2022 yılında 81 ülke arasında 39. sıraya yükseldi. OECD ülkeleri arasında ise Türkiye 2022 yılında 32. sırada yer aldı. Listede 37 OECD ülkesi bulunuyordu.
  • Fen Bilimleri: Türkiye’nin fen bilimlerindeki başarısı da benzer bir seyir izledi. 2004 yılında 41 ülke arasında 36. sırada olan Türkiye, 2022 yılında 81 ülke arasında 34. sıraya yükselirken, OECD ülkeleri arasında 29. sırada yer bulabildi.
  • Okuma Becerileri: Okuma becerilerinde 2003 yılında 41 ülke arasında 33. sırada olan Türkiye, 2022 yılında 81 ülke arasında 36. sıraya yükseldi, OECD ülkeleri arasında ise 30. sırada yer aldı.

Açıklandığı Yıl Katılan Toplam Ülke Sayısı Türkiye’nin Sıralaması Katılan OECD Ülkelerinin Sayısı OECD Ülkeleri Arasında Türkiye’nin Sıralaması
Matematik
2004 41 34 29 28
2007 57 43 30 29
2010 65 43 34 31
2013 65 44 34 32
2016 72 50 35 34
2019 79 42 37 32
2022 81 39 37 32
FEN
2004 41 36 29 28
2007 57 44 30 28
2010 65 43 34 31
2013 65 43 34 32
2016 72 54 35 34
2019 79 39 37 30
2022 81 34 37 29
OKUMA BECERİLERİ
2004 41 33 29 28
2007 56 37 30 28
2010 65 41 34 32
2013 65 42 34 31
2016 72 50 35 34
2019 79 40 37 31
2022 81 36 37 30

MESEM

MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi), eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi, 9 Aralık 2016 tarihinde örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alındı. Ancak bu uygulama, toplumun çeşitli kesimlerinden ve eğitimcilerden ciddi eleştiriler aldı.

Eleştirilerin merkezinde, MESEM’in çocuk işçiliğine yasal bir zemin hazırladığı ve çocuk işçiliği sorununu derinleştirdiği düşüncesi bulunuyor.

Bunun yanı sıra, MESEM uygulamasının etkileri çok daha ciddi boyutlara ulaştı. Uygulama başladığından bu yana, pek çok iş yerinde iş kazaları meydana geldi. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, CHP İstanbul Milletvekili Turan Taşkın Özer’in yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, 336 öğrencinin iş kazası geçirdiğini belirtildi, yaşamını yitiren ve yaralanan, uzuv kaybı yaşayan öğrencilere ilişkin ise bilgi verilmedi.

Ayrıca, 2021 yılında Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından imzalanan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” adlı ÇEDES projesi çerçevesinde, birçok lise ve ortaokula “manevi danışman” unvanıyla din hizmetlerinde çalışan kişiler atandı. Bu konu da karşıt seslerin yükseldiği tartışma alanlarından birini oluşturuyor.

Müfredat değişiklikleri öğrenciyi yordu

2005-2006 eğitim yılında uygulamaya konulan yeni ilköğretim müfredatı, Avrupa ve ABD’den kopyalanan ders konularıyla Türkiye’nin özgün sosyo-ekonomik koşullarını yansıtmadığı, ülkenin her köşesinde aynı koşulların geçerli olduğu varsayımıyla hazırlandığı, bu durumun ise eğitimdeki eşitsizlikleri derinleştirdiği yönünde eleştiriler aldı. Veliler tarafından karşılaması talep edilen ek eğitim araçları da ciddi tepkilere neden olmuş, ayrıca çocukların çantalarının ağırlaşmasının, ileride kemik hastalıklarına zemin hazırlayacağı dillendirilmişti.

Bir diğer tartışmalı konu, evrim teorisinin müfredattan kaldırılmasıydı. Millî Eğitim Bakanlığı, 2017 yılında “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” ünitesini, Türkiye toplumunun ‘kültürel yapısı ve değerleriyle uyumlu olmadığı’ gerekçesiyle müfredattan çıkardı. Akademik çevreler, bilim insanları ve toplumun farklı kesimlerinden yurttaşlar, bu radikal değişikliği bilimin ve eğitim sisteminin geriye gitmesi olarak yorumladı.

Güncel müfredat değişiklikleri

2024-2025 eğitim öğretim yılı müfredat değişiklikleri, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile gündeme geldi ve kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Milli Eğitim Bakanlığı, yeni müfredatın öğrencilerin eğitim yükünü hafifletme amacı taşıdığını belirtti. Ancak birçok eğitimciye göre, yapılan değişiklikler öğrencilerin analitik ve eleştirel düşünme becerilerini geri plana itiyor.

Eğitim-Sen Van Şube Eş Başkanı Murat Atabay ve 26 yıllık eğitimci, Aktivist Lokman Tekin, yeni müfredatın çeşitli yönleriyle değerlendirdi.

Müfredattan çıkarılan ders konularının öğrencilerin bilgi birikimini azaltarak, ezbere dayalı bir eğitim anlayışını güçlendirdiğini savunan Lokman Tekin, şu görüşleri dile getirdi:

 “Öğrencinin analitik düşünmesini sağlayan, okuduğunu anlama ve yorumlama yetilerini geliştiren konular derslerden çıkarıldı. Örneğin Geçen sene 9. Sınıfta matematik, mantık ve önerme gibi konularla başlıyordu. Bu sene bunlar kaldırılmış direkt sayılardan başlıyor. Türkçe dersinde geçmişte konular anlam bilgisiyle başlıyordu. Bu sene hikaye ve şiirle başlıyor. Türkçe ve Hayat Bilgisi derslerinde çıkarılan içerikler, öğrencilerin okuduğunu anlama ve yorumlama becerilerini olumsuz etkiliyor.”

Tekin, Japonya’da benzer bir eğitim modelinin iki yıldır uygulandığını, ancak Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının böyle bir değişikliğe uyum sağlayamayacağını savundu.

“Yüzde 35 seyreltme, din derslerini kapsamadı”

Eğitim-Sen Van Şube Eş Başkanı Murat Atabay ise mevcut değişikliklere ilişkin özetle şu değerlendirmeyi yaptı:

”Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat, AK Parti’nin eğitim politikalarının temel unsurlarını ve ideolojik yaklaşımlarını yansıtıyor. 2024-2025 eğitim öğretim yılında uygulanacak yeni müfredat, özellikle temel derslerin içeriklerinin kısıtlanması ve daha çok dini eğitime yönelik içeriklerin eklenmesi gibi değişiklikler içeriyor. Bu durum, dini ve ideolojik eğitimin ön plana çıkarılması anlamına geliyor. Ayrıca, müfredattaki yüzde 35 oranında seyreltme ve bileşen sayısının azaltılması, temel dersler için geçerli olurken din derslerini kapsamadı.”

Furkan TUNÇDEMİR