Rojin Kabaiş'in Babası: "Yurt İdaresi Kızımın Arkadaşını Susturuyor" Rojin Kabaiş'in Babası: "Yurt İdaresi Kızımın Arkadaşını Susturuyor"

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis'te basın toplantısı düzenledi. 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne dair getirilen yasaklamalara değinerek söze başlayan Beştaş, kutlamalarda bazı yerlerde engellemeler ve yasaklarla barışın sesinin çıkmasının engellendiğini belirtti. Diyarbakır ve İstanbul’da yapılan başvurulara, yapılmak istenen barış mitinglerine İçişleri Bakanlığının talimatı ile yasaklar getirildiğini aktaran Beştaş, “Bugün savaş naraları atmak, savaş çığırtkanlığı yapmak, savaşı meşrulaştırmak, yandaş kanallarda bunun propagandasını yapmak serbest ama barış talebi yasaklanıyor. Ama barış talebinin üstü hiçbir şekilde karartılamaz. Biz HDP olarak hem Türkiye'de hem dünyada hem de Ortadoğu'da barışın tesisi için, onurlu bir barış için mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.

‘HUKUKUN RUHUNA FATİHA’

Adli açılış yılı ve Yargıtay’ın yeni binasının açılışında yaşananlara ilişkin Beştaş, “Dün insan haklarının, hukukun ve evrensel değerlerin ruhuna Fatiha okundu. Artık cenazeyi kaldırabilirsiniz şeklinde algılandı. Gün boyu o görüntü sosyal medyada döndü durdu. Oysa adli yıl açılışında önemli sorunların, hukuksuzlukların, hak ihlallerinin giderilmesine dair cümleler duymak isterdik. Haksızlık yapmayalım Cumhurbaşkanı öyle bir cümle kurdu. Sanırım prompterdan okumadı, aynaya bakarak söyledi. ‘Adalet olmazsa zulüm hükmeder’ dedi. Şu anda adalet yok, zulüm hayatımızın her alanında hüküm sürmeye devam ediyor. Bunu bir itiraf olarak kabul etmek isterdik ama bu bir itiraf değil, yaşatılanların, var olan adaletsizliğin üstünü örtmek dışında bir anlam taşımıyor. Çünkü uygulamaları hepimiz iliklerimize kadar yaşıyoruz” diye konuştu.

Adalete olan güvensizliğin yüzde 75 oranında olduğunu ifade eden Beştaş, bu oranın bir ülke için utanç verici olduğunu belirtti. Türkiye’de "adaleti arıyorum" diyenlerin tutuklandığını ifade eden Beştaş, “Meşruiyeti, hukukun üstünlüğünü bir kenara bırakıyorum şunu talep ediyoruz: Yasalara uyun, hukuka uyun, altına imza attığınız sözleşmelerin gereğini yerine getirin. Bu bile Türkiye’nin aydınlığa çıkması için ilk adım olabilir” diye belirtti.

PANDEMİ

Pandemiye dair politikalara yönelik de Beştaş, şu eleştirilerde bulundu: “Bugün de olanca yakıcılığıyla hepimizin hayatının tam merkezinde yer alıyor. Türkiye, dünya oranlamasına göre en fazla vakanın görüldüğü 6’ıncı ülke, nüfus yoğunluğuna göre de ilk 3’te olduğunu söyleyebiliriz. Pandeminin başından beri ne aşısı ne filyasyonuyla ne programıyla çözüm üretemedi. İktidarın basiretsiz politikası can aldı. Bugün de can almaya devam ediyor. Geçtiğimiz bir buçuk yıl zarfında okullar kapalıydı. Milli Eğitim Bakanı en çok eleştirilen bakanlar arasındaydı, en sonunda istifa etti. Kendisini kurtardığını düşünebilir ancak milyonlarca mağdur öğrenci ve ebeveyn bıraktı. Sadece okulların açılacağı duyuruldu. Okulların nasıl açılacağı, hangi koşullarda eğitimin devam edeceği hiçbir şekilde kamuoyuyla paylaşılmıyor. Buradaki amacın özel okulların ticari risklerini en aza indirgemek olduğunu biliyoruz. Pandemi günde bir uçak düşürmeye devam ediyor, 250’yi aşkın insan hayatını kaybediyor. Birçok ilde ocaklara ateş düşüyor, bir savaş sırasında oluşabilecek kayıplar pandemi sebebiyle yaşanıyor.”

CEZAEVLERİ

Cezaevlerinde devam eden açlık grevleri ve Kovid-19 tedbirleri kapsamında getirilen yasaklamalara da değinen Beştaş, “Tüm hak ve özgürlükler askıya alınmış ve pandemi iktidar tarafından bir fırsata dönüştürülmüş, tüm yasal haklar tutuklu ve hükümlüler açısından askıya alınmıştır. Hala açık görüş yoktur, görüntülü görüşme olacak denildi yapılmıyor. Aileler eşlerini, çocuklarını aylar yıllardır göremiyorlar. İmralı'da devam eden tecrit, pandemi fırsata çevrilerek bütün cezaevlerine fiilen yayılmış durumda. Pandemi ile mücadelenin yetersizliğini, eksikliğini, vatandaşın canına mal olduğunu söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Bununla mücadele ederek yolumuza devam edeceğiz” diye aktardı.

Herkese aşı olması yönünde çağrıda bulunan Beştaş, bütün illerde parti olarak çalışmalar yürüttüklerini vurguladı. İktidardan bir şey beklenilmemesini söyleyen Beştaş, “Bu iktidarın pandemide yapabileceklerinin sınırını gördünüz. Hijyen, mesafe ve aşı ile ilgili bilim insanlarının, doktorların tavsiyelerine lütfen uyalım” dedi.

ORMAN YANGINLARI

Orman yangınlarıyla sözlerini sürdüren Beştaş, şöyle devam etti: “Hakikaten bu yıl çok büyük afetler yaşandı. Bir yandan müsilaj, bir yandan kuraklık, orman yangınları, sel felaketleri çok büyük acılar yaşandı. Ülke olarak hepimiz buna çok üzüldük. Zaman zaman yardıma koşuldu, eleştirdiler oldu ve felaketler bitmedi. En son Bitlis, Bingöl ve Dersim'de orman yangınları yaşandı. Aldığımız bilgilere göre Dersim'de yangın büyük oranda kontrole alındı. Bitlis ve Bingöl’de kontrole yakın bir sürecin olduğunu biliyorum ama Kürt illerinde bu yangınların bize çok acı gerçekleri gösterdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Dersim’de çıkan yangınların sadece bir yangın olmadığını, yetersizlikle ifade edilemeyeceğini de önemle belirtmek isterim. Yangın çıkaranlar söndürmüyorlar. Dersim’de 10 yılı aşkın süredir, diğer illerde olduğu gibi operasyon, terörle mücadele adı altında birçok yalan ve çarpıtma ile ormanlar yakılıyor ve tabii yakanlar söndürmüyor.

Bu devletin ezelden beri var olan politikasıdır. Hakikatten yüreğimizdeki yangınları bile ayrıştırıyorlar. Bizim yüreğimiz Marmaris ve Dersim için aynı oranda yanıyor ama salgında olduğu gibi yangında bile ayrımcılık yapan, ötekileştiren, kutuplaştıran, yalan haberlerle toplum birbirine düşürmeye çalışan bir politika ile karşı karşıyayız. Muğla’da yaşanan yangınlarda yayılan yalan ortaya çıktı. Bir vatandaş ortaya çıktı, alkollüymüş yangını çıkarmış. Halbuki Kürtler hedef gösterilmişti. Bu yangınlar doğayı, yüreğimizi yakıyor. Biz ülkenin ayrıştırılmaması, bölünmemesi için mücadeleye devam edeceğiz. Bütün yangınlar aynıdır, aynı zararı verir. Kürt, Türk, Laz, Çerkes, Arap fark etmez, bu ülkenin yurttaşlarının acısını yüreğimizde hissettiğimizi söylemek isterim.

TÜİK SEÇİM ANKETİ YAPSIN

Ekonomi gündemi her zamanki gibi ağır seyrediyor. Büyüyen zamlar, kiralar, stopajlar, ÖTV’ler... Bu başlık altında iktidar şahlanıyoruz demeye devam ediyor. Yangınlar doğayı yakarken zamlar da sofraları yakmaya devam ediyor. Elektrik ve doğalgaz başta olmak üzere gıda fiyatları, kiralar, eğitim ve giyim gibi her alan AKP’nin ibretlik deyimiyle şahlanarak artmakta ve uçmaktadır. Sadece birkaç rakam vereceğiz. 2009 yılından bu yana elektrik birim fiyatı 4 katına çıktı, suyun birim fiyatı 12 yılda 3 katına, doğalgaz ise 2 katına çıktı. Bu veriler TÜİK kaynaklı veriler. Daha da düşürüldüğü, gerçeklerin saptırıldığı veriler olduğunu söyleyeyim. Çünkü TÜİK hala ülke ekonomisinin 21,7 büyüdüğünü söyleyebiliyor. Bizim TÜİK’e bazı önerilerimiz var. Bir seçim anketi yayınlayın. Malum anketlerde yüksek rakamlara ihtiyacı olan bir iktidar bloğu var karşımızda. İkinci önerimiz de Saray'ın ve yandaşlarının zenginlik sınırını araştırmasıdır. Bu şekilde yapılan zamları kapatabileceğini zannedenler yanılıyor, çünkü bu zamlar hepimizin evini, hayatını doğrudan etkiliyor.

EKONOMİ RAKAMLARI KORKUNÇ

Yoksulluğun hiç kader olmadığını, iktidarın yanlış ekonomi politikalarının sonucu ortaya çıktığını söylemek istiyorum. Vatandaşı adeta yerli IMF’ye teslim ettiler. Yeni doğan çocuklar borçlu doğuyor. Borçla ülkeyi yönetme politikası olanca hızı ile devam ediyor. Rakamlar çok korkunç. 10 milyon insan yoksullukla mücadele ediyor. Asgari ücret 2825, yoksulluk sınırı 2926 lira. 6 milyon insan işsiz ve sosyal yardımlarla geçiniyor. 35 milyon yurttaşın bankalara borcu var, 25 milyon yurttaş ise icralık. Bu rakamlarla Saray ve çevresi dışında herkes bir şekilde borçlu, açlık ve yoksullukla boğuşuyor. Yine de ‘ekonomi büyüyor’ diyebiliyorlar. İktidar George Orwell'in 1984 romanını okumuş gibi görünüyor. Goebbels’ten oraya kadar büyük mesafe almışlar ve TÜİK’i ‘bolluk bakanlığı’ ilan etmişler. Her açıklamalarıyla aklımızla dalga geçmeye çalışıyorlar ama aklımızla dalga geçirmeyeceğiz. Bizim talebimiz asgari ücretin yoksulluk sınırının üstüne çıkarılması ve borçla ülkeyi yönetmeye son verilmesidir.

SEÇİM BARAJI

Hiçbir derdimiz sorunumuz yokmuş, işsizlik yoksulluk yokmuş, Anayasa tıkır tıkır işliyormuş, ülke güllük gülistanlıkmış gibi hadi bir de barajı konuşalım diye bir gündem ortaya attılar. Yurttaşın gündemi geçim barajı, onların gündemi seçim barajı. Açlık, işsizlik, yoksulluk umurlarında değil. Baraj tartışmasıyla ilgili tarihin ironik bir tecellisi ile karşı karşıyayız. Daha önce Kürtler, demokratlar, sosyalistler Meclis'e girmesin diye 80 darbesiyle dünyadaki en yüksek barajlardan biri konulmuştu. Şimdi MHP Meclis'e girebilsin diye bir tartışma yaratıyorlar çünkü HDP barajları aştı. Şimdi barajı aşmak için çırpınanlar, kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Çünkü HDP’yi hiçbir barajın altına sıkıştıramayacaklarını anladılar.

VATANDAŞIN DERDİ GEÇİM

Biz HDP olarak her zaman barajsız doğrudan demokrasiye dayalı, temsilde adaleti savunduk. Bu vazgeçilmez ilkelerimizden biridir. Ama iktidarın gündemi temsilde adalet değil, adaletsiz düzenlerinin devamlarını sağlamaktır. Sanki ülkede demokratik bir ortam varmış gibi. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen bir iktidarla karşıyız. Demokratik siyasete her gün darbeler gerçekleştiriliyor. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyımlar atanıyor. Milletvekillerimizin vekilliği düşürülüyor. Rektörleri kendileri belirliyor. Valileri, kaymakamları kendileri tayin ediyorlar. Şimdi seçim barajı yalanını ortaya atıyorlar. Değiştirecekler ama asıl yalan demokrasi havarisi gibi görünmeleri. Çünkü bu seçim barajı tartışmalarının nedeni sadece kendi ortağının Meclis'te temsilini sağlamak ve gerçek sorunların üstünü örtmektir. Enflasyonu, doları, faizi, işsizliği, yoksulluğu düşüremediler, şimdi seçmene ‘biz barajı düşürüyoruz’ diyorlar. Vatandaşın derdi geçim, iktidarın derdi seçim oldu. Hakikaten halkın matematiği ile iktidarın matematiği arasında bir uçurum var. Seçim barajı matematiği sizi kurtarmaya yetmeyecek. Siz seçim barajını tartışmaya devam edin, halkın derdi sizin iktidarınızı düşürmektir.

17-25 ARALIK

Erdoğan Bayraktar'ın itiraflarına ilişkin kısaca bir şeyler söyleyeyim. Karşımızda büyük bir suç silsilesi var. Bir yandan Peker büyük büyük suçlar ifşa ediyor, öte yandan bir AKP’li yönetici AKP’lilerin yüzde 95’i itirafçı olacak diyor, bir yandan da Erdoğan Bayraktar ‘benimle ilgili iddialar doğruydu’ diyor. Bir de suçunun tanımını da yapıyor: ‘Bende hırsızlık yok görevi kötüye kullanma var’. Herhalde hukukçulara danışmış, zaman aşımına uğradığını düşünüyor. Bunun takdirini yapacak olan gerçek savcılardır. 17-25 Aralık'ın siyasi ayağının iktidarda olduğunu hepimiz biliyoruz ama yargı da bu konuda çalıştırılmıyor. Bayraktar’ın açıklamaları ve en son yapılan birçok açıklamayı birlikte değerlendirirsek bu iktidarın suçlarının puzzle parçaları gibi birbirini tamamladığını ve ortaya büyük bir fotoğraf çıktığını görürüz. 17-25 Aralık’ın sembolü yolsuzluk idi. Bu yolsuzluk şu anda katlanarak, şahlanarak devam ediyor. Bunun devam ettiğini yeni vakalarla görüyoruz.

YARGIYA ÇAĞRI

Yoksullukların sebebi nasıl bu saadet zinciri ve zamların nedeni bu düzen ise biz bununla mücadelemizi sürdüreceğiz. Yargıya bir çağrım var. Yargının özgür, bağımsız, tarafsız karar veremediğini biliyoruz. Bunun farkındayız. Üzerlerindeki baskıyı bizler de görüyoruz ama yarın yüz yüze kaldığınızda aileniz ve çevrenizle önünüzdeki hukuk kitaplarına bakın, bağlı olduğunuz evrensel değerlere bakın, ülkenin bu kadar uçuruma gitmesindeki payınızın büyüklüğüne bakın ve cesaret edin. Cesaret edin, birlikte hareket edin en azından hukuka bağlı olan birazcık vicdanı sızlayan hakimler olarak bu suçları soruşturun. Bu konuda üzerinize düşeni yapın. Tek bir şey istiyoruz: Başka bir partinin sesini dinlemeyin, sadece önünüzdeki hukuk ilkelerine bakın ve kararınızı ona göre verin.

AFGANİSTAN MESELESİ

Afganistan meselesi bütün dünyanın gündeminde. Acı olaylar yaşanıyor. Bizler de kaygıyla izliyoruz. Türkiye’nin dış politikadaki gelgitleri Afganistan meselesinde de devam ediyor. Rant üzerinden, havaalanının işletilmesi üzerinden bir politika ile yürütülüyor bu ilişkiler. Dış politika da müteahhitlere, rant sahiplerine kazandırmak üzerinden yürütülüyor. Oysa ilk başta ‘çekiliyoruz’ dediler. Sonra ‘havaalanını biz işleteceğiz’ dediler, şimdi çekiliyorlar. Taliban'a göz kırpmaya başladılar. Garip bir çelişki ve güvensizlik politikası almış başını gidiyor. Ama şunu söylemek istiyorum. Türkiye’nin dış politikası barış odaklı olmak zorundadır. Türkiye’nin evinin içinde yangın devam ediyor, çatışmalı süreç devam ediyor, Kürt sorunu çözülmedi. Türkiye iç politikada da dış politikada da savaş üzerine, ayrımcılık üzerine bir politika izlemeye devam ediyor. Kendi sorununu çözmediği, vatandaşlarını mutlu etmediği sürece dış politikada da başarılı olma imkanı yoktur. AKP’nin bu konudaki hamleleri samimi değildir. Çünkü dış politikaya yön veren temel yaklaşımlardan biri Kürt düşmanlığıdır. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da halkların iradesinin esas alınması gerekiyor. Halkların hak ve özgürlüklerinin tanınması, demokratik bir sistem için dış politika yürütülmesi gerekirken maalesef bütün bunlardan uzak bir Türkiye var.

KADINLARLA DAYANIŞMAYI BÜYÜTECEĞİZ

Tabii ki Afganistan’daki kadınların yaşadıkları ayrı bir dram olarak karşımızda duruyor. Evlerinden çıkamıyorlar, sınır illerine gidemiyorlar, her şey yasaklandı onlara. Radyo ve televizyonlarda bile kadınların sesi yasaklanıyor. Türkiye’nin buna dair tek bir söz söylediğini duyduğunuz mu? Kadın hak ihlallerine ilişkin bir tek itiraz duydunuz mu? Hayır, yine müteahhitler, rant, havalimanı… Ama bizim en temel gündemlerimizden biri kadınların yaşam haklarının, ekonomik ve siyasal haklarının tanınmasıdır. Bu konuda dünya kadın örgütleri ile küresel dayanışmayı büyüteceğiz, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin yanında olacağız.

TECRİT

Dış politika derken, içeride de bir yandan barışı yasaklayan bir yandan tecridi derinleştiren bir akıl karşımızda duruyor. Barış gününde barışı yasaklayanlar barışın tesisi konusunda kilit rol oynayan Öcalan’a tecrit uygulanmaya devam ediyor. Bu ülkeye barışı getirebilecek, barışın anahtarını kullanabilecek, hepimizin önünü açabilecek, Türkiye’yi rahatlatabilecek Sayın Öcalan’ın sesi kısılmak isteniyor. İktidarın bu konudaki iradesi hala devam ediyor. Hiçbir özgürlük kanalının kullanılmasına izin verilmeden, CPT raporlarına ve AİHM kararlarına rağmen mutlak ve ağırlaştırılmış tecrit devam ediyor. Bu tecrit barışa uygulanan bir tecrittir, barışın sesi kısılmak isteniyor. Biz onurlu bir barış için rol alabilecek herkesin rolünü oynaması gerektiğini düşünüyoruz ve bu tecridin kaldırılması gerektiğini söylüyoruz. Cezaevinde devam eden açlık grevlerinin sesinin duyulmasını istiyoruz.

27 EYLÜL’DE DEKLARASYON

27 Eylül’de partimiz bir deklarasyon yayınlayacak. Bu deklarasyonla önümüzdeki dönemde, seçim sonrasında, olması gereken değişikliklere ve düzenlemelere dair ayrıntılı olmasa bile temel başlıklara ilişkin görüş ve önerilerimizi kamuoyuyla paylaşacağız. HDP’yi HDP’siz tartışanlara şunu söylüyorum: Lütfen 27 Eylül’e kadar susun. HDP’yi tartışmayın ya da HDP’nin dedikleriyle HDP’yi tartışın. HDP sözünü her gün söylüyor. Ama o gün bir daha söyleyecek. Konuşacaksanız HDP’nin taleplerini esas alarak konuşun.”