Bazı yerler, bir harita parçası olmaktan çok önce acıya coğrafya olmuşlardır.
Katramas Deresi mesela…

Bir su değil yalnızca; belleğin boğulduğu, sırların yuvasını toprağa kurduğu, ağıtla gürleyen bir suskunluk silsilesidir.

Orada, o suda, Feleknaz Keskin kayboldu, diyorlar. “Düşmüş olabilir,” dediler. Sanki hayat bu kadar kolay düşülebilir bir şeymiş gibi. Sanki bir kadının yokluğu, sıradan bir su sesiyle örtülebilirmiş gibi. Bir ihtimalle başlayan bu hikâye, şimdi kesin bir yokluğa dönüşmüş durumda.
Ama yine de soruyorum:

Feleknaz Keskin nerede?

  • Gören yok.
  • Duymadık, diyorlar.
  • Kamera yok.
  • Tanık yok.
  • Ama kayıp var.
  • Hem de nasıl bir kayıp…

Sadece bir bedeni değil, bir sesin yankısını, bir annenin soluğunu, bir kadınlığın yükünü taşıyan o varlığı.
Kayboldu, evet. Ama gerçekten mi?

Bir insan, hele ki bir kadın, hiç iz bırakmadan nasıl kaybolur? Hem de yirmi birinci yüzyılın göğe göz diken teknolojisi, her sokağı saran gözetimi, en küçük çakıl taşını bile bulan cihazları varken…

Bir insan, hiçbir şeye çarpmadan buharlaşabilir mi? Yoksa biz, Feleknaz’ı göz göre göre bırakıp gittik de, şimdi sadece nehirde değil, vicdanlarımızda mı arıyoruz onu? Biliyor musunuz, Keskin  geçen yıl da Katramas’ın kıyısındaydı.Orada, aynı yerde, eşini kaybetmişti.O günden sonra toprağa değil, suya bakmaya başlamıştı. Çünkü bazı acılar vardır, insanın bakış yönünü bile değiştirir.

  • Toprak size yurt değil, mezar olur.
  • Su size hayat değil, yas taşır.

Ve işte şimdi… Feleknaz da orada, aynı suda, aynı yalnızlıkla kayboldu diyorlar.

  • Ama bulunamıyor.
  • Ne bir ayakkabı,
  • Ne bir saç teli,
  • Ne suya karışmış bir eşarp ucu…

Yokluğu o kadar mutlak ki, sanki dünya onu unutmak için özel bir plan yaptı.

Sanki Katramas sadece onu yutmadı;

onu tanıyan herkesin hafızasını da sessizce törpüledi.Unutmak bir tercihti belki, ama bu, örgütlü bir unutuluş gibi duruyor.

Ve şimdi soruyorum yeniden:

Feleknaz Keskin nerede?

  • Eğer gerçekten düştüyse, kim gördü?
  • Eğer kimse görmediyse, neden bu kadar çabuk inandık?
  • Bir kadın bir suya düşmeden de kaybolabilir mi bu topraklarda?

Ve asıl soru şu:

Bir toplum bir kadını aramakta bu kadar neden gecikir?

Günler geçti.

Drone’lar uçtu, termal kameralar suyu taradı.

  • AFAD, JAK, polis, sağlık, kurtarma…
  • Hepsi oradaydı.
  • Ama hiçbiri onu bulamadı.

Çünkü bazen aramak için araç değil, niyet gerekir.

Ve belki de biz onu suyun içinde değil, geçmişin gölgesinde kaybettik.

  • Belki bir kayanın ardında hâlâ yaşıyor.
  • Belki bir ağaca yaslanmış, susuyor.
  • Belki de bir mucizenin en sessiz anında nefes alıyor.

Ama biz umut yerine ihtimalleri kurutmayı seçiyoruz.
Görünmeyen kadının hikâyesini, “görülmemişliğe” terfi ettiriyoruz.
Feleknaz, bu toplumun görmezden geldiği kadınlığın adıdır.
Onu sadece dereye değil, suskunluğumuza da gömdük.

O yüzden Katramas artık bir dere değil:

Bilinçaltımızın en karanlık kıvrımıdır.

Her akışıyla biraz daha içimizi kemiren bir çığlık…

Ve bu yazı, bir kadının bulunması için değil yalnızca…
Bulunmayan her kadında biraz daha kaybettiğimiz vicdanı hatırlamak içindir. Çünkü bazen kaybolan bir insan değildir yalnızca.


Bir çağın hafızasıdır.

Bir dağın yüreği,
Bir toplumun alnındaki karadır.
Feleknaz Keskin nerede?
Belki o yok, ama bu soru burada.
Yutkunamayan herkesin boğazında,
Unutmayan herkesin gözünde,
Ve yazılmayan her tarihin kıyısında…