Toplum, insanların bir arada yaşaması ve aralarında belli bir hiyerarşinin bulunması ve bu hiyerarşi dâhilinde sosyalleşmesi ve bu sosyalleşmenin bir arada bulunduran varlık ya da kavram olarak adlandırılabilir. Denebilir ki toplum sosyalleşme olmadan varlığını sürdüremez sosyalleşmeyi ve sosyolojiyi de toplumdan bağımsız bir şekilde değerlendirilmesi mümkün değil. Toplum ve sosyoloji birbirinin yerini kısmen doldurur ve birbirin varlığı dahilinde varlıklarını sürdürebilir.
Din insanın varlığını ve varlığının amacını ortaya koyan ve bu amaç çerçevesinde insanların yaşantısını belirleyen bir varlık. Biz daha yok İslam dini ve İslam inancı üzerine duracağız. İslam dinini ele alırken doğduğu ortamda kültür ve kişilik sistemini ve bu kişilik sisteminin sosyal-ahlaki düzen tasavvuruna etkisini ve geldiği toplumun yapısını değiştiren ve değiştirme biçimlerini ne şekilde başardığını ele alacağız.
İslam daha çok bir inanç olmakla beraber bir kültürdür. İslam’ın yeni bir kültür ve kişilik yarattığını geldiği toplumu değiştirip dönüştürmesiyle gözler önüne serilmekte. İslam’ın geldiği ortamda cahiliye denen bir dönem yaşanıyordu ve Medine tarıma elverişli bir yer olduğu için tarım, Mekke, ise kuraklığı nedeniyle ticaretle geçiniyordu. Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kâbe de ise panayırlar, şiir şenlik düzenlemesiyle sosyal bir etkileşim gerçekleşiyordu ve Hz. İbrahim’in tek tanrılı dini yok olup puta tapıcılık yaygınlaşmıştı. Dini inanç ise putperestlikti. Sosyal ahlaki düzenden söz edecek olursak fuhşiyatın baş gösterdiği ve kan davalarının varlığı ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir sosyal hayat yaşanıyordu. Kısaca dini hayat anlamında bir şeyden söz etmek pek mümkün değil. Sosyal hayat daha çok göçebe hayattır ama yerleşik hayata geçenlerde ise kabilecilik baş gösterir. Sosyo-ekonomileri ise Mekke’de ticaret, Medine’de tarımdır.
İslamiyet Hz. Muhammed’e verilmeden önce örnek bir kişilik sergileyerek toplumun beğenisini ve güvenini kazanmıştı. Hz. Muhammet gelen vahiyler doğrultusunda İslam’ın tebliğine başlamıştır. Bunu sadece gelen vahiylerin olduğu gibi aktarmaktan çok uygulamalı aktarması İslam’ın kültür kişilik sisteminin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ve 23 yıl boyunca dini-dünyevi, siyasi-sosyal, ekonomik-kültürel alanları gelen vahiy doğrultusunda düzenleyecek. Dini-dünyeviye gelince görünen dünya ve görünmeyen dünya arasındaki ilişkileri ortaya koymak durumundadır. İnsanın gönderiliş amacı İlahi iradeyi beşeri alanda gerçekleştirilmesidir. Buna dünyada bulunan bütün varlıkların sadece ontolojik değil birde ayeti görünümü vardır. İnsanın dünya ve ahret hayatının bir arada yürütülmesinin kanıtını da insanın yaradılışında iki olgunun bir arada bulunmasında kanıt olarak gösterilebilir. Dünyaya ait toprağın ahrete ait ruhla birleşerek insanı ayakta tuttuğunu ve iki dünyanın da birbirinden bağımsın bir şekilde yürütülemeyeceğinin göstergesini koyar ortaya. Ve insanın çevresini anlayabilmesi için verilen bilgilerden de öteki dünya inancıdır ve bunu görülmesini sağlamak için de doğum, ölüm, nesneler, şimdi ve sonrası gibi pek çok konuda insana görebilme ve anlayabilme kabiliyeti verilmiş. Bunların en yoğun olandan birisi Allah korkusu ve öteki dünya inancı burada verilen hesaptır. Bu hesabı verebilme korkusu da sosyal-ahlaki düzeni şekillendirmeye olanak sağlamaktadır.
Sosyal-ahlaki düzenin kaynağını doğaüstünden aldığı ve konusunun insan hedefi olması gerekmektedir. Sosyal düzenin insanın daha çok diğer insanlarla nasıl davranması gerektirdiğini düzenler. Bunu dünyada nasıl yaşanması gerektiğini sosyal çevre ile ilişkilerin nasıl gerçekleşmesi gerektiğini, her bir insanla (yakın, uzak, akraba, tanıdık,…) nasıl diyaloga geçilmesi gerektiğini vahiyler doğrultusunda uygulamalı olarak gösterilmiştir. Ahlak ise bu davranışların ne için yapılması gerektiğine dayanır. Bunların yanında doğrudan Allah’la İlişkilerine Allah için yapılan ibadetleri içine alan ve bu ibadetlerin toplum içindeki sosyalleşme sürecinin nasıl başlattığı sadece Allah için değil de topluma yansıyan taraflarını içine alan sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmaya sağlayan haç, namaz oruç, zekat, vb ibadetlerin hepsi Allah için ama toplumun yararına yapılan bir düzeni ileri sürmektedir. Bu ibadetler görünüşte aşkım olmalarına rağmen pratikte için bir bakış açısı da sergilemekte her müminin kendi davranışlarından sorumlu tutulması gibi İslamiyet sat bireysel olmaktan çok toplumsal bir yaşayış ve sosyal ahlaki düzen sergilemektedir. Bu düzeni sağlamada ve dini ayrılığa düşülmemesi için tek sahibi olunun şeriatın ortak bir çizgisinin olduğunu ve bu çerçevede sağlandığını göstermektedir. Çünkü hayatı yöneten dini değerler hukuk ve adalet kavramını içinde bulunduran kavramdır ve İslamiyet kadar da geniş değildir. Şeriat insanlar arasında uyumun nasıl sağlandığını gösterir.
Buradan da anlaşılacağı gibi Mekke ve Medine’nin standart hayat biçimi ve kültürünün yeni baştan şekillendiğini görüyoruz. İlk olarak sosyal sistemi ve kültürel sistemi nazari olarak ortadan çıkarıp realize ederek birbiri ile fazla münasebeti olarak gelen sosyal ve beşeri bir sistem olarak gelmiştir din ve görüşün bireysellikten çok toplumsal olgular üzerine toplamıştır. Ve dini yaşayışta kaynaklanan dini yaşayışı toplumsal olarak ele alma sosyalleşmenin ve tek bir vücut gibi bir arada yaşamanın göstermektedir.
Vahiy aracılığıyla Hz. Muhammed’e gelen inanç, düşünce ve davranış tarzları, çevresine aktarılmış ve islamiyeti kabul eden insanlar da eski inanç, davranış ve ritüellerinin dışına çıkarak kabul etmişlerdir.
Bunu aynı toplumun inanç kültüründen çıkan ve yeni bir kültür kişilik sergileyen peygamberin önce kendi pratiklerine dökmesinden kaynaklanıp gelen vahiylerin bir dayanağının olduğu ve en güzel okuma şekli olan yaşamına aktarılarak okutturulması büyük bir güven ve inanç sağlamıştır. İslamiyetin sosyalleşmesinde önemli bir kültür ve kişilik sistemi sergileyen tevhit anlayışı bulunmakta. Bununla insanlar arasında bir diyalog ve iletişim gerçekleşmekte. Müslümanların birbirini koruma, sevme ve acıma duyguları kolektif bir yaşamın sergilenmesi gerektiğini göstermekte.