Toplum olarak beynimizi askıya aldık, kalbimizi derin dondurucuya koyduk, vicdanımızı paraya sattık. Ve toplum olarak toplum olmanın dışına çıktık, bir amacı olmayan ,ortak bir paydada birleşemeyen ve belli bir süreliğine görüntü çokluğu oluşacak yığınlar oluşturduk. Tabaka, toplum hatta insan olmanın dışına çıktık. Kendimizi, başkalarını görmez olduk.

Toplum olma şartlarından bir tanesi farklılıkları görmektir. Farklılıklar farklı ihtiyaç ve ihtiyaçlar hiyerarşisini doğurur. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisinin belirlenememesi herkesin aynı ihtiyaçlara sahip olduğu düşüncesi bireyde, tabakalarda ve toplumda sorunlar doğurmakta. Sorun ve sıkıntıların büyük çözümü politik ve politikacıların gütmüş olduğu politik konulara cevap vermemesi toplumları birbirine yabancılaştırmasına olan sebebiyet siyasileri kendi politikasına yabancılaştırır ve sürekli değişen bir revizyona ihtiyaç hissi doğurur.

Toplum olarak beynimizi askıya almamızın temel sebeplerinden bir tanesi hedoist bir yaşam tarzını benimsememizden geçer. Çok karşı olduğumuz jakobenvari bir yönetim anlayışını kabullenip düşünmeden başkalarının bizim ve toplum yerine düşünmesini ve yanlış uygulamalarına boyun eğmemizi aslında bilinçsizce kabullenmemizden geçmekte.

Toplumu analiz etmekten çok toplumun ana omurgasını oluşturan aile kurumundan örnekleyerek bir şeyler yazacak olursam ;aile öncelikli ihtiyacı ekonomik mi ya da sosyal mi gibi bir soru sormak isterim. Ailenin ihtiyaçları yeme, içme, barınmadan önce iletişim ihtiyacı var. İletişim ise ailenin kullanmış olduğu dilden geçer. Aile anlaşamadığı müddetçe ekonomik ve diğer ihtiyaçları sürekli ikinci planda kalır. Dil; sağlık, ve ekonomik ihtiyaçları doğuran birincil ihtiyaçtır (her ailenin kendine ait normları ,kültürü bulunmakta).

Nitekim bireyin öncelikli devleti mensup olduğu ailedir. Ailesine olan vefasızlık süreklilik arz eder. Ailenin ya da mensup olduğu toplumun dillerinin unutulması ataların yalnızlaşmasına sebebiyet verir ve bunlar toplumda çözümü olmayan sorunlara sebebiyet verir. Nitekim toplumun bu şekildeki tutumu genç nesillerin hastalıklı büyümesi demektir.

Kendi üzerimde bir örnek verecek olursam ;öncelikli ihtiyacım dilimdir.Ailemle daha iyi iletişim kurabilmek için ve ailemin kültürü, dili eğitim ve sağlık alanında daha faydalı olabilmem için ana dilimi en iyi şekilde öğrenmem lazım. Kardeşlerimin de aynı şekilde akrabalarımın da aynı şekilde öğrenmesi lazım.Hatta kültürümü ve dilimi paylaşan herkesin öncelikli ihtiyacı dilleridir. Toplumun bu ihtiyaçlarından sonra kültürü ve giydiği kıyafetleridir ve içinde bulunduğu toplumun kültürüdür, eğitimidir.

Bu ihtiyaçlar bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği için bu farklılıkların aynıymış gibi yaklaşılması toplumsal kaosu oluşturur. Ağaç benzetmesinde bulunursam; nasıl ki bir ağacın öncelikli ihtiyaçları toprak, su, güneş, hava ise bir insanın da öncelikli ihtiyacı dili, kültürüdür. Ağacın gübre, ilaç ve yabancı madde ihtiyacı ısmarlama ya da isteğe dayalı ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçlar karşılanmasa da ağaç iyi-kötü yeşerip meyve verebilir.

Mersin Anamur’da yetişen bir muz ağacı Hakkâri’de yetişme imkanı ne kadar zor ise başka bir yörenin, toplumun, dilini, kültürünü başka bir yöreye kendi mevcut varlıklarından vaz geçirip enjekte etmek de o kadar zor olur. Anamur’da yetişen bir ağacın Hakkâri’de yetişmesi gibi toplumların yetişmiş olduğu, etkilenmiş olduğu toplumu bir tutmak toplumsal problemlere çözümden çok bir yeni problem niteliğindedir.

Ağaçların genetiği ile oynayarak yetiştirilen sağlıksız meyveler gibi toplumun genetiği ile oynayarak yaratılan her yeni toplum sağlıksız olur ve hastalıklı toplumların yetişmesine sebebiyet verir.