MHP lideri Bahçeli adım attı. AK Parti Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan sahiplendi. PKK lideri Öcalan benimsedi.
İsmi henüz konulmamış bir süreçten söz ediyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla, devlet
organları ve Öcalan uzun bir süredir konu üzerinde çalışmış ve belli bir
olgunluğa geldikten sonra Bahçeli'ye seslendirmek düşmüş.
PKK’nın ilk terör eyleminin üzerinden 40 yıl geçtikten sonra, Kürt Meselesinin
buzdolabında donduğunun düşünüldüğü bir zaman diliminde hem Türkiye
içerisinde hem de bölgedeki gelişmeler sonucu yeni bir hareketlilik başlamış
oldu.
Süreçte yer alan ya da alacak olan aktörlerin bu oldukça zorlu parkuru aşıp
aşamayacaklarını bilemiyoruz.
Kürt meselesinin talepler ve haklarla ilgili boyutu gündeme gelecek mi?
Kürt tarafının en azından yeni bir vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerin
güçlendirmesi gibi taleplerinin karşılanmasının yolu açılacak mı?
Kuzey Suriye’yle ilgili nasıl bir süreç yürütülecek?
Öcalan, süreç yerine paradigma diyor ve gelişmeleri bu bağlamda ele alıyor.
Bildiğimiz daha doğrusu gördüğümüz kadarıyla paradigmanın üç aşamaya
dayandığını tahmin ediyoruz.
Tedavülde dolaşan bilgilere göre: Suriye Kürtleriyle yeni bir ilişki modeli
geliştirmek, Irak-Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile iş birliğini derinleştirmek,
nihayetinde PKK’ya silah bıraktırmak ve Kürt meselesini tamamen siyasetin
alanına çekmek.
Hiçbir paradigmanın bütün hukuki ve demokratik sorunları çözme imkânı yok.
Gelişen koşullar bağlamında tarafların birtakım öncelikleri olur. Anlaşıldığı
kadarıyla dillendirilen yeni paradigmanın önceliği demokratik taleplerde değil
silahların ortadan kaldırılmasında.
Ancak eğer silah hak arama aracı olmaktan çıkarsa o vakit demokratik mücadele
için uygun bir ortam oluşur. Süreç ilerlediğinde demokratik talepleri konuşmak
ve çözmek daha mümkün hale gelir.
HDP/DEM çizgisinin en çok maruz kaldığı konu, PKK ile aranıza mesafe koyun
çıkışlarıydı.
HDP’nin PKK’yla iletişim alanı ve imkânın bir gün devlete lazım olacağını kim
bilebilirdi!
Yaşanan bu gelişmeler ışığında ülkede siyaset korkusunun ortadan kalktığını
söylemek de mümkün değil.
Terörden ekmek yiyenler ve terör sıkletini siyasi mevki elde ederek çıkara tahvil
edenlerin
PKK’nın olmadığı bir Türkiye’de nasıl boşa düşeceğini hesap etmek zor olmasa
gerek!
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına seneleri tamamlayarak girmenin dışında
ülkemizin can alıcı sancılarının içerisinde yüzleşmelerimizi erteleyip durduk
duruyoruz.
Oysa zihinsel olarak belli bir düzeyde toplumsal adaleti tesis etmekten başka
seçeceğimiz de bulunmuyor. Bunun en basit yolu, sürdürülebilir bir demokrasi başlangıcına zihnen hazır
olmamızdan geçer. Ne yazık ki mevcut demokrasimizin mecali ancak seçim
yapmaya yetiyor.
Fakat ülkenin selameti için bundan daha fazlasına ihtiyaç var: Katılımcı,
kuşatıcı, çoğulcu demokratik bir anayasaya, sağlıklı bir hukuk düzenine, şeffaf
ve verimli bir kamu idaresine, adil bir gelir bölüşümüne, devlet desteğinin
arkasında olmayan sivil toplum örgütlerine, bağımsız ve objektif medyaya,
özerk ve bilim üreten üniversitelere, güçlü yerel yönetimlere ihtiyaç var.
Burke ’ün ilginç tespitiyle, “Ölmüşlerin, yaşayanların ve doğacakların” ilişkisini
sağlıklı bir toplumsal sözleşme ile taçlandırmaktan başka gerçekçi bir çıkış yolu
görünmemektedir.
Gelişmeler felaketin değil umudun habercisi.