İslam’ı samimiyetle yaşamak ve yaşatmak için çaba sarf etmek İslamcılık değildir; Müslümanlıktır. İslamcılık bir ideolojidir, diğer ideolojiler gibi ayrıştırıcı, ötekileştirici ve ısrarlı bir hakimiyet dalgası taşır. Müslümanlık ise farklıyı olduğu gibi kabul eder ve birlikte yaşama tutkusu taşır.
İslam tarihinde din devlete karşı değil, ona meşruiyet kazandıran hayati bir referanstır. Allah’ın, iradesi herhangi bir beşerde veya bir kurum yada teşekkülde, siyasi-iktisadi, idari-sosyal bir yapıda tecelli etmez. Allahın muradına ve halkın iradesine uygun yönetim şeklini esas alır. ‘İslam özgür ve adil eleştiri, açık muhalefet ve engelsiz katılım gibi siyasi kültürel değerlere bağlı, gelişme şansı gösteren bir dindir.’

İslam, iman, Müslüman, dindarlık gibi kutsalla ilişkili kavramların “ötekileri” karşısında “Müslüman” geçinenlere dünyevi fırsatlar sağlamanın aracı haline geldi. Dindarlar “ötekileştirilen” konumundan kurtulduğu gün sınav başladı ve tecrübe edildiği kadarıyla bu sınavı geçemediler.

Dünün “dışlananı” olan muhafazakar çevreler etkili bir bölümünün bugün “dışlayan” olduğu eleştirileri haklı sebebe dayanmaktadır. Muhafazakar camia, eleştiriler karşısında savunmacı bir tavır sergilemek yerine, bir nefsi muhasebesi yapmak zorundalar. İslam ahlakı bunu gerektirir.
İslam ve diğer semavi dinlerin, ahlak öğretilerinin en çok önem verdiği husus “hırslara köle olma!” uyarısıdır. Mağdur kitleleri diri tutacak bir retoriğe ihtiyaç var. Dini kavramlar ve kutsallar fütursuzca dünya hesapları için kullanıldı.

İstismara ve talana uğradı din, vitrine çıkan “dindarların” yozlaşmaları, haksızlıklarına ayetleri zırh edinmeleri ve kötü gidişatın faturasını Allah’a havale etmeleri halk tabanındaki dindarların da buna kayıtsız kalmaları İslam dinine ağır yara aldırdı. Yanlış siyaset dilinin üzerine şimdi de dozu artan bir din referansı eklendi. Hep vardı elbette ama bu kadar değildi. En azından kimse enflasyon, faiz ve döviz kurunu mukaddesatla izaha teşebbüs etmemişti. Veya haksızlık ve hukuksuzluklara fetva arayan olmamıştı. İnsanların inançlarını, üstelik dinin tek bir yorumu üzerinden-siyasi davranışlarıyla eşleştirmeye zorlamak siyaset sınırlarının dışıdır.

Dindar tabana siyaset yapmak, din dilini siyaset diline payanda yapmak değildir. İslamcılar, muhalefet etmeyi bırakıp muhafazakar demokrat kimlikle iktidar olma yolunu seçince, milliyetçilik öne çıkmış oldu. Muhafazakar siyasi kimliği benimsemek aynı zamanda merkezdekilere bir güvence sunmaktır. Bu kimlikle verilmek istenen mesaj muhtemelen şudur: Biz, iktidara ortak olmak istiyoruz. ama köklü reformlar yapmayacağız. Dindarız ve dinle barışığız, ama aynı zamanda statükoyu muhafaza edeceğiz.

Oysa İslamcılar reformcu, değişimci hatta devrimci bile sayılırlar. Esasında İslamcılar evrimci değil devrimci olmalıdırlar. Türkiye’de siyasetin asıl belirleyici faktörü “dindir”. Dinle ilgili, tutum ve algılar siyasi hayatı bir şekilde etkiliyor. Müslüman okur-yazar zümre; dünyaya, toplumsal olaylara ve siyasete milliyetçi muhafazakar perspektifinden bakar oldular. Günümüz İslamcılarının büyük bir kısmı kendilerini iktidara öyle bir eklemlediler ki iktidarın doğru-yanlış her icraatını tevil yoluna saplanmış durumdalar.

Geçmişte muktedirlerin azarlayan dili, üstten bakan ve dışlayan-ötekileştiren kibirli tutumu muhafazakar/dindar kitleyi belli siyasi odaklar etrafında mobilize etti. Şimdi ise; muhafazakar kadroların azarlayan dili, üstenci bakışı, dışlayan kibirli tutumu bir başka kitleyi kendi elleriyle düşmanlaştırdı. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’deki ‘İslamcıların’ kendilerini tüketmeye başladığı dönemdir.

Tevazu sahibi olmayı gerektiren inanç kibrin kırbacına dönüştü. Dindarlar imtihanı kaybetti. Din bir nevi araçsallaştırıldı. İktidara ulaştıkları anda yaldızlarının dökülmesinin sebeplerinden birisi de bu oldu. Her birimiz kendi icat ettiği putu devirmeden, toplumsal duvarları deviremeyeceğiz. Kendi payımızı yok sayarsak attığımız her adımda bir sonraki kötü gidişatın taşını döşeriz.

Tüm semavi dinlerde ahlak önemli bir yer tutar. Ahlak sadece kitabi bir bilgi değil, esas olarak bir pratiktir. Kalın kitapları okumakla, ahlaklı, erdemli yada kamil insan olunmuyor. İmkan ve fırsatın bol olduğu, iktidarın gücü eline geçtiğinde, sokakta, hayatın içindeki küçük görünen kritik dönemeçlerde, karar anlarında ahlak kendini gösterir.

İnanç, davranış ve siyasette ölçü; ahlaki tutarlılık ve dürüstlüktür. İslamiyet insaniyettir. İnsaniyeti kusurlu olanın Müslümanlığı da kusurludur. Ahlak merkezli Müslümanlığı bırakıp şekilci bir Müslümanlığı tercih etmenin bedeli ağır oldu. Fetva dindarlığını aşıp takva dindarlığına geçişi başaramadılar. Böylece insan merkezli bir medeniyeti inşa edip, “küresel ahlakı” inşa edemediler “Ahlakı yok sayan bir dindarlık” girdabına matuf oldular.

İmam Gazali’nin aktardığına göre İbnü’l Mülk “Dini kullanarak dünyalık elde edenleri, “aşağılılıklar” olarak tarif ediyor. İnsanın ahlakı ve fazileti; fırsatların ve istismar imkanlarının doğduğu dönemlerde belli olur. Bu durumda insanın insan kalabilme yetisini koruyabilmesi erdemliktir.