Bu köşeyi takip edenler yerele ilişkin pek yazı yazmadığımı bilir. Ancak Hakkari’ye giriş yaparken talebede yazılı “Hakkari’de Hayat Var” sloganı ne kadar gerçekçi biraz bu konuyu işleyelim istedim.
Hakkari her yönüyle istismara açık bir şehir. Kimileri ikbal ve istikballeri, kimileri bürokraside daha üst düzey görevlere gelebilmek adına bu istismar penceresinde duruyor.
Hakkari’ye atanan yöneticilerin, kentin bugün ve gelecekteki ihtiyaçlarının neler olacağına, geleceği inşa etmek için neler yapacaklarına odaklanmaları yerine, bir türlü bitmeyen güvenlik çeperine odaklanmakta ısrar ediyorlar. Ancak bu acar yöneticilere şunu söylemek lazım güvenlik eksenli bakış artık eskisi gibi prim yapmıyor, bu paradigma sizi üst düzey bir yere taşımaz. Lokal açıklamalarla kentin sorunları çözülmüyor. Bu kentin bir yığın sorunlarını beka-güvenlik söylemi altında tüketmek bu kente iyilik değildir.
Kaynağında, dünyanın en berrak su kaynaklarına sahip bu kentin sakinleri musluktan su içemiyor. Yağışlar olduğunda musluklardan su yerine çamur akıyor. Şehir merkezinde bir çok yerde kanalizasyon şebekesi halen yok. Şehir merkezindeki cadde dışında diğer sokak ve caddelerinde çöpler temizlenmiyor. Mahalle arası yollar asfaltsız oldukları için şehir merkezindeki cadde ve yan yollar yağış sezonunda çamur deryasına dönmektedir. Belediye tarafından yapılmış bir mesire alanı bulunmamaktadır. Hayvancılık, çiftçilik ve üretime dayalı bir proje yerel yönetim tarafından geliştirilmiş değildir. Şehir merkezinde Pazar alanı bulunmayan tek il olma özelliğini koruyor Hakkari.
Maden ocakları bol olduğu, ancak ilin sosyo-ekonomik yapısına katma değer sunmayan bir sektör olarak, varlık göstermek yetersiz olduğu tartışma götürmez bir gerçek.
Hakkari İran ve Irak gibi iki ülkeye komşu, sınır ticareti imkanlarından yararlanamayan sahipsiz bir kent.
Hakkari doğasıyla muhteşem bir coğrafya Cilo buzulları, Sat gölleri ve Cennet Cehennem vadisi ile turizmin canlanmasına açık bir yer.
Bin yıllık buzulların oluşturduğu göllerde yakıt ile çalışan flyboardlı (Deniz sporu aracı) festival yapmak dünyada görülmüş bir şey değil. Bölgeyi tanıtmak ve güvenlik açısından endişeleri gidermek kuşkusuz önemli.
Ancak doğayı korumakta güvenlik kadar önemli bir mesele. On binlerin katıldığı bir festivalde kurulan kulakları sağır eden cihazların kuşları ve diğer canlıları, yüzlerce araçların ortaya çıkardığı sera gazının ekolojiye, endemik bitkileri, festival alanına giden insanların hemen hemen hepsinin mangal yakması, insan hareketliliği buzullara zarar vermediğini kim inkar edebilir. Eğer amaç gerçekten Hakkari’yi tanıtmak ise; pekala bu festival ve konserler başka bir mekanda icra edilebilir.
Milli parklarda festival yapıldığı görülmüş bir şey midir? Doğayı tahrip eden plastik ve benzeri çöplerin muhkim bir alanı milli park olarak korumak ne kadar mümkündür? Nihayet 16 Temmuz’da buzullara giden bir kafileden dört kişi, buzulların bir kısmının kırılması sonucu meydana gelen çukura düştüler. iki dağcı hayatını kaybetti.
Yukarıda yazdığımız bir kısım ihmallerin bu olayda bir etkisi olmuşsa insanların mahşeri vicdanındaki yeri nedir ?
Bir kent düşünün kaldırımlarının tabura ve pancar tezgâhların işgal ettiğini, sokaklarında sazın ve cümbüşün hiç çalmadığı buna karşılık insanın kulaklarını sağır eden gürültülü düğün müziğinin hayatları çekilmez kıldığı, sanatın ve tiyatronun hiç icra edilmediği, sosyal hayatın düğünlerden ibaret olduğu bir kent ve böyle bir kentte “hayat var” demek ne kadar inandırıcı! Sahi samimisiniz Hakkari’de hayat mı var?