Türkiye’nin eğitim skorlarının düşük olduğunu; orta öğrenimden üniversiteye kadar bütün aşamalarda dünyanın bir hayli gerisinde olduğunu biliyoruz. Bu geri kalmışlığa karşı eli kolu bağlı durmak, kayıtsız kalmak anlaşılır değildir. Başka hiçbir şey konuşulmasa ve sadece eğitimdeki gerileme tartışılsa yeridir.
Eğitimi, öğrenmeyi, sorgulamayı ve bilimsel üretimde yarışmayı değil, cehalette eşitlenmeyi hedefleyen bir ülke olmaya karar vermişiz gibi yılları harcamaya devam ediyoruz. Yaşadığımız zamanlardaki ihmalin önümüzdeki yıllarda üreteceği faturayı zinhar umursamıyoruz. Eğitim yaşı, kalitesi ve rekabet gücü düşük olan toplumların refahtan daha az pay alacağı gerçeğini hiç hesaplamıyoruz.
İlk dereceden üniversiteye kadar her aşaması önemli olan ve dünyadaki değişime açık olması gereken bir devamlılık süreci, derslik ve bina yaparak yönettiğimizi zannediyoruz. Orta öğrenim kalitesini ölçen PISA testinde, üniversite hocalarının bilimsel makale atıf rakamlarında veya ilk 550, ilk 100 üniversite listelerindeki yerimizde en gerilerde oluşumuz ne dış güçlerin oyunu, ne de karanlık planların sonucudur. Bu Türkiye’nin bilerek isteyerek tercih ettiği bir yoldur.
Ekonomiden hukuka, dış politikadan siyasal sistemdeki tıkanmaya kadar bir dizi önemli ve can yakıcı problemimiz var ama en telafi edilmezi, kaybı en büyük boşluk yaratanı hiç şüphesiz eğitimdir. Eğitimde eksiklik, yetersizlik, kopuş veya zamanın ruhundan uzaklaşma, bir ülkenin yerine koymakta en çok zorlanacağı şeylerdir. Çoğu kez de o eksikler yerine konulamaz.
Eğitim eksikliği toplam kaliteyi düşürür, ülkeye değer kaybettirir ve en basit anlatımla refah/zenginlik kaybına yol açar.
Ülkemizde uzun yıllar eğitimin başlıca sorununun bina eksikliği olduğu, ortada yeterince bina olur ve kalabalık sınıflardan kurtulursak eğitim sorunlarımızı da çözeceğimizi sandık. Bütçenin ekseriyeti eğitime ayrılması, eğitimde niceliği ön plana çıkarmıştır. Sanki nicelik kaliteli eğitimin varlığına eşdeğer bir algı oluşuyor.
Bir gün bina eksikliği sona erdi, ancak o gün eğitim sorununun bina eksikliği değil, öğretmenlerimizin öğretme kalitesi olduğunu anladık. Türkiye’de ortaokul ve lise öğrencilerinin yüzde sekseni okulu teşekkür yada taktir alarak bitiriyor. Ancak bu öğrencilerin büyük bir kısmı ya LGS’de bir yere giremiyor, yada üniversite sınavlarında barajı aşamıyor. (Baraj sistemi esas alınmıştır.) Eğitim sistemimiz ezbere ve sınava dayalı olduğu için maalesef sonuç bu.
İnsan kaynağının verimli kullanılması için eğitim siteminin ıslah edilmesi, sayısız düz lise ve düz üniversite yerine vasıflı insanlar yetiştiren bir eğitim sistemi kurulması; kaliteli insan kişiliğini hedefleyen, bağımsız ve güçlü birey şuurunu geliştiren bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır.
İşte Türkiye’nin temel meselesi biraz da burada. PİSA testlerinde Türkiye okuduğunu anlamada OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alıyor.
Şimdi de PİSA zoruyla yeni nesil sorular soracağız diye çocukları şoktan şoka uğratıyoruz. Hemen her okulun ve bölgenin kendi kültür kodları var ve bu kodlar ilginç bir şekilde eğitimcileri de etkiliyor.
Okullar çok uzun bir süredir öğretmenlerin kişisel farklılıklarını ve yetenekleri sergileyecekleri bir alan olmaktan çıktı.
Okul zaten gerçek yaşamın çok uzağında kaldığı için uzun süredir sadece kanunen zorunlu olduğu için bir eğitim döngüsünde duruyor. Öğretmenlerin ekseriyetinde tükenmişlik durumu var. Her eğitimci/öğretmen içinden çıktığı toplumun eseri olduğunu da unutmayalım.
Emin olun bugün okula giden çocuklarımızın azımsanamayacak bir çoğunluğu okula gitmek istemiyor, ama biz onları zorla dört duvar içinde tutuyoruz. Belki yeteneklerine göre bir eğitim sistemine dahil olsaydılar, kendileri için daha doğru- düzgün bir yol çizebilecekler.
Her türlü toplumsal problemleri aşmanın kaynağı eğitimdir. Analiz ve senteze dayalı olmayan bir eğitim anlayışının başarılı sonuçlar vermesi mümkün değildir.
Ülkenin en büyük ve köklü sorunlarından biri kuşkusuz eğitim sistemidir. Eğitim alanında faaliyet gösteren üç büyük konfederasyonun bilime dayalı bir eğitim sistemine geçiş yapması konusunda, çaba sarf etmesi kaçınılmaz iken siyasi görüş ayrılıkları bu konuya engel gibi duruyor.
Eğitimin görevi, öğrencileri salt iyi bir vatandaş yapmak değil, aynı zamanda entelektüel ve ahlaki beceri ve duyarlılıklara sahip insanlar olmalarını da katkıda bulunmaktır.