Bahçeli'nin DEM' Partinin yöneticileriyle mecliste el sıkışması yeni bir siyasi iklime ihtiyaç duyulduğunun belirtisi midir, yoksa yalancı bir baharın habercisi midir, bilmek kolay değil.

Türkiye’nin “iç barış” diye bir sorunu var. Uluslararası boyutları da bulunan ve “Kürt sorunu”nun bir parçası olan bu iş, daha çok su götürür. DEM, Partisi Bahçeli’nin el sıkışması ile başlayan hengâmede “Müzakereye açığız” diyerek kapıları açık tutmayı tercih etti. Bu yaklaşım tarzı umut verici

Bir kere Türkiye’de gerçekten siyaset dilinin normalleşmesine şiddetle ihtiyaç olduğu gün gibi ortada. Hatta meseleyi şöyle görmekte mümkün: Siyasette, yeni bazı şeylere mi ihtiyaç hâsıl oldu. Mevcut siyasi aktörler yeni politik manevra peşinde olabilir mi?

Bir zamanlar “Kürtlerin en büyük partisi” diye nitelenen AK Parti’nin Kürtlerle ilişkisi önemli ölçüde yara aldı.  HDP ya da DEM ya da başka isimle arzı endam eden Kürt siyaseti, varlığını koruyor, Meclis’te üçüncü parti olabiliyor.  

Açıkçası iktidarın, Kürtlerle arasındaki gönül bağlarını kopardığı, ilişkileri zaafa uğrattığı bilinmekte. Böyle bir ortamda uzatılan ele çok fazla anlam yüklemek aşırı iyimserlik olur diye düşünüyorum.   

Bu manevrayı muhalefet partilerinin sert politikalarını önlemeye yönelik görenler olduğu gibi, Erdoğan'ın bir kez daha seçime girebilmesinde ihtiyaç duyulan anayasa değişikliği için, atılmış bir adım olarak görenler de var.

Her şeye rağmen bu süreci, Ahmet Türk'ünde dediği gibi: "Ne değersiz görelim ne de abartalım," Türk kritik süreçlerdeki sağduyulu yaklaşımını bir kez daha ortaya koydu. Ahmet Türk, çok deneyimli ve tecrübeli bir siyasetçi.

Bahçeli geçmişte de TBMM Ahmet Türk ve Pervin Buldan’ın elini sıkmış sonrasında sert ve keskin açıklamalarını sürdürmeye devam etmişti.  Yine de MHP liderinin söylediklerini bir imkan olarak ele almak daha sağlıklı bir yol gibi görünüyor.

Devlet Bahçeli'nin şu sözlerini de yabana atmamak lazım.

“Değişen şartlara değişmeyen tepkiler vermek akıl karı olarak değerlendirilemez."

“De Klerk, Güney Afrika’da Apartheid rejiminin öncülerinden olan politik bir ailede doğdu. Ailesinden pek çok kişi ırkçı Ulusal Parti’nin yöneticiliğini, bakanlıklarını yapmıştı. Kendisi de aynı yoldan gitti. Milli Eğitim bakanlığı sırasında siyahların üniversitelere de girmemesine öncülük etti. Bir gün gelip ülkesindeki apartheid rejimine son vereceğini, beyazlarla aynı üniversitelere girmelerine izin vermediği siyahların lideri Mandela’yla el sıkışacağına kim inanırdı? Ama zamanın ruhu, dış baskılar, zorunluluklar ırkçı De Klerk’ten 1993’te Nobel Barış Ödülü alan bir De Klerk yaratmıştı.

1994’de Nobel Barış Ödülü’nü alan İzak Rabin’in hikayesi de benzer.

Annesi yüzlerce Filistin köyünü yok eden Yahudi terör örgütü Haganah’ın üyesiydi. Biraz büyüyünce kendisi de aynı örgütün silahlı birliği Palmach’a katıldı. İngilizlere, Filistinlilere yönelik saldırılarda ün yaptı, örgütün operasyon şefliğine kadar yükseldi. 1948 savaşı sırasında Kudüs operasyonlarını yönetti, onbinlerce Filistinliyi evlerinden etti. Gazze’nin işgalinde önemli rol oynadı. Siyasete girdi, başbakan oldu, taş atan Filistinli gençlerin üzerine kurşun attırdı, o ünlü Filistinli çocuğun kol kırma görüntüleri yüzünden adı “kemik kıran”a çıktı. Kimse bu kötü adamın Filistinlilerle yapılmış en ileri barış anlaşmasının altına imza atacağına ihtimal vermezdi ama bunu yaptı. 1993’te Oslo Anlaşması’nda el sıkıştığı Arafat’la 1994’te Nobel Barış Ödülü’nü paylaştı.” (Yıldıray Oğur, Karar Gazetesi, 12/10/2024)

Kim bilir belki Bahçeli’de, ülkeye bir iç barış ve huzur getirerek siyasi hayatının finalini “Nobel barış ödülü” ile taçlandırabilir.  

Ülke gündemine bir yumuşama havası estirildi. Ancak yumuşamayı sağlamak için “yeni bir siyaset üslubu” yetmez. Gerilim ve kutuplaşmanın asli sebeplerini iktidarın muhalefetle görüşerek çözme iradesini ortaya koyması şarttır.

Türkiye siyasetinde Kürt meselesiyle alakalı bu gelişme iç dinamiklerden çok bölgesel dinamiklerden, iç faktörlerden ziyade ‘dış faktörlerden’ dolayı yeniden şekillendirme ihtiyacından kaynaklı olduğu tahmin ediliyor.

Bütün tahminleri bir kenara bırakırsak bölgesel konjonktür Kürt sorunun çözüm sürecinin lehine işlediği açık. Bölgesel koşullar Kürtlerle yeni bir ilişkiyi zorunlu kılıyor.

2013' de çözüm sürecinde oyun kurucu ve oyun bozucu olan aktörler, artık bugün üzerlerinde kâbusların dolaştığı bir dönemi yaşıyorlar. Bu durum Türkiye için bir avantaj sağlıyor. Kürt sorununa çözüm bulma çabalarına, bir temas-diyalog görüşme sürecine yeniden tanıklık edecek miyiz bekleyip göreceğiz. 

Türkiye’nin Kürt sorunun konuşulmasına, Kürtlerin de müzakere, diyalog, uzlaşma  ve  çözüme ihtiyaçları var.