“Onu onların düşünmesi lazım. Onların nasıl bir ihanet içerisinde olduklarını kendilerinin düşünmesi lazım. Onlar o makamlara kendileri layık oldukları için gelmediler. O makamlara getirildiler. Eğer onlara bakanlık verildiyse, başbakanlık verildiyse, hepsi onlara bir irade o makamları verdi. Ama onlar bunun kıymetini bilmediler.”
Sayın cumhurbaşkanı Erdoğan, eski siyasi yol arkadaşları Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan için TRT canlı yayınında sarf ettiği sözler bunlar.
Sayın cumhurbaşkanı, fikir ayrılıklarından söz etmiyor. Eski, iki siyasi yol arkadaşını direk “ihanet”le suçluyor.
Sayın Davutoğlu ve Babacan, hangi konularda Sayın cumhurbaşkanı ile fikir ayrılıkları yaşadıkları için partiden ayrıldılar. Bu ayrılmanın makul sebepleri var mıydı? Ki; Davutoğlu ve Babacan’a göre fazlasıyla var. Sayın cumhurbaşkanı “ihanet” suçlaması yerine fikir ayrılıklarından yola çıkarak onları eleştirebilseydi daha isabetli olmaz mıydı? Melese, imar yasası, siyasi etik yasası, yolsuzlukla mücadele yasası gibi konularda Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrı neydi, Sayın Davutoğlu ve Babacan’ın tavrı neydi? Bu iki siyasetçinin AK Parti, ile yol ayrımına neden-nasıl geldiklerini toplumun bilmeye hakkı yok mu?
Aslında ülkenin geçmişi bu tür suçlamalarla dolu dizgin. Siyasette “ihanet” nitelemesi, günlük siyasi kavgaların birer cenderesi gibi. Sadakat ve itaat kültürü eleştiriyi, müzakereyi hatta münakaşayı dahi kabul etmiyor, sorumsuzluğa yol açıyor. Demokratik olgunluğa ulaşmamış siyasi kültürlerde fikir yerine hamaset pazara çıkıyor.
Siyasi tarihimizin hemen her devri sert kavgalarla, “hain” ithamlarıyla geçmiştir. Tek parti, döneminden çok partili döneme geçiş ile birlikte siyasette “hain ve ihanet” kavramları günlük siyasette destek sağlamak için hep kullanılmış. Geleceğe dair bir umut yaratamayınca siyasi rakiplerini toplumun nazarında itibarsızlaştırma amaçlı kullanılmış bu söylem.
“Serbest Fıkra’nın” kurucularından Süreyya İlmen babası ile ilgili bir anekdotunda şu tespiti yapar. İlmen’in babası, II. Abdulhamid’in seraskeridir.. Padişaha karşı protestoların yoğunlaştığı bir dönemde, fikrini beyan etmek üzere sadrazamla birlikte padişahın huzuruna çıkar ve Kanun-i Esasi’ nin (Anayasa) uygulanmasını ister. Padişah seraskerin bu fikrine çok hiddetlenir. “Bu kadar zamandır meğer maiyetimde yılanlar besliyormuşum” diye tepki verir ve kısa bir süre sonra seraskeri görevinden alır.
(Zavallı Serbest Fıkra, Süreyya İlmen, s, 61)
Siyasi tarih ve demokratik kültürümüz açısından çarpıcı bir örnek. Zira toplum olarak, analitik düşünce yoksunu ve sığ bir bakış açısına sahip olduğumuzu gösterir.
Cumhuriyetin kurucu partisi CHF’ da durum farklı değildir.“Ancak milli hakimiyete dayanan bir idareye cumhuriyet denebileceği” tezi savunan Rauf Orbay, İsmet İnönü ile fikir ayrılıkları yaşadığı için CHF ayrılıp “Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fıkrası” kurdu. Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşunda önemli görevler üstlenmiş olan Rauf Orbay Balkan savaşları sırasında “Hamidiye Kahramanı” ilan edilir, yeni parti kurduğunda ise;“cumhuriyet ve vatan haini” ilan edilir. Takrir-i Sükun Kanunu ile partisi kapatılır.
Çok partili döneme ait buna benzer sayısız hadiseler mevcut. Demokrat partiden ayrılıp Millet partisini kuran Osman Bölükbaşı Kırşehir’den bağımsız milletvekili seçilince Demokrat parti (20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun), ile Kırşehir’i il statüsünden ilçe statüsüne düşürür. Adnan Menderes meclis kürsüsünden Osman Bölükbaşı için defalarca “hain” nitelemesi yapar. Ayrı parti kuran Bölükbaşı Menderes’in gözünde ihanetçi olmuştu. Bölük başı bu ithamlara ders niteliğinde bir cevap verir. “…Şereften başka her kaybın telafi edilebileceği bir gün gelir arkadaşlar. Her gecenin bir sabahı vardır...” İleriki zamanlarda Millet Partisi, Demokrat parti tarafından kapatılır, Osman Bölükbaşı cezaevine konulur
Bu ülkede siyasi kutuplaşmalar, ayrıştırıcı dil olabildiğince yaygındır. Farklı iddialarla iktidara gelenlerin günün sonunda birbirlerine ne kadar da çok benzediklerini yaşayarak görüyoruz. Anlaşılan dünden bugüne çok şey değişmemiş gibi...
Fasit daireden çıkabilmemiz için, artık kısır döngü siyaset ve ideoloji kavgalarından zihinlerimizi kurtarmamız lazım. Gelişmiş, müreffeh ve demokratik bir ülke olmanın yolunun iktisadi rasyonelleşme, kaliteli eğitim, yüksek standartlara sahip bilim, evrensel hukuk ilkeleri, güçlü kurallar ve araçsal bağımsız kurumlar olduğunun idrakine varmalıyız.
Eleştirenleri düşman, muhalefet edeni terörist, yanlışı dilendireni hain, ajan ilan ederek eleştirileri ve eleştirenleri kıymetsiz yapmaya çalışmak ülkenin birikmiş sorunlarını çözmeye çare olmuyor. Çünkü tarihi tecrübeler bu tür çıkışların işe yaramadığını gösteriyor. Şeffaflık, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, demokratik kurumlar, basın hürriyeti, gibi ilkeler sadece muhalefetin değil, iktidarında sorunudur. Toplumsal fikirler zayıf olunca kişisel öfke ve ihtiraslar siyasete hükmediyor.
Farklı fikirlerin, medenice tartışma ve rekabetine alışmamış toplum geleneğinde güç kavgası kaçınılmazdır. İktidar sahiplerine sadakat göstermekten ziyade, yanlışlarını düzeltmeye zorlamak daha erdemli bir tutumdur. Nitelikli fikirleri, siyaseti ahlakla birleştirebilecek bir irade ve siyasi alana ihtiyaç var.