Yukarıda yer alan başlık toplumun yaşadığı zor koşulları görmezden gelerek Türkiye’nin geleceğine dair bir vizyon anlatma propaganda ve çabasıdır.
AK Parti, devletin hantal yapısını ve mevcut statükoyu değiştireceklerini, iddia ederek iktidara geldi. Gücün tadı, devletin nimetleri onları devletle bütünleştirdi. Devleti değiştirip demokratikleştireceklerine kendileri değişip sistemle özdeş oldular. Böylece tek parti döneminden sonra devlet partisi haline geldiler desek abartmış olmayız.
AK Parti işin başında “umut” vaat ederek iktidara gelmişti Geldiği noktada korku yaratarak ve yayarak yönetmeye çalışıyor. Sadece muhalif seçmeni değil, kendi taraflarını da sosyal yardımlar, yaşam tarzı, din ve devlet ile korkutarak konsolide ediyor. Sadece korku ile kazanmak yetmez. Bu şekilde kazanılsa da yönetme sorunu ortadan kalkmıyor. Sorun iktidar olmakla bitmiyor. Sorun sadece siyaside değil, sorun aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültüreldir. Sorun adaletin işlememesi, kalitesizliğin artması, liyakatsizlik ve ehliyetsizliğin her yanı sarsması. Bir yığın alanda birikmiş çözüm bekleyen dev sorunlar var. Bunların çözümü 20 yıl iktidarda kalmaktan çok daha önemli. Mesele seçim kazanmak ve iktidara gelmek değil, ülkeyi gerçekçi bir hedefe doğru yönlendirecek bir tasavvur üretebilmektir.
Muhalefet tarafından muhalefetsiz bırakılmış bir iktidarın yol açtığı tahribatın serencamını yaşıyoruz. Kurumsal muhalefetin, içine düştüğü politik açmazlardan alternatif bir projeksiyon geliştirme beceriksizliğidir yaşananlar. Asıl itibariyle toplumsal muhalefet kendi Erdoğanı’nı arıyor. Bunun için konjonktürel koşul ve beklentileri aşan alternatif bir sosyal projeksiyon, güçlü bir program lazım. Bugün muhalefetsizlik olgusunun temelinde ümit ve güvensizlik yatıyor. Bu açıdan kurumsal muhalefet, alternatif bir siyasal iklimin temellerini atmaya yarar zemin hazırlamadı. Türkiye’de 20 yıllık iktidarın zirvelere çıkan siyasal polarizasyonun kökeninde muhalefetin alternatif bir siyasal tahayyül ortaya koyamamasında saklı. Çünkü muhalefet kendine özgü kavramlar üretemiyor, karşıtlık üzerinden yapılan propaganda ikna edici olmuyor. Netice kendi kendini besleyen bir siyasi istikrarsızlık kaçınılmaz oluyor.
Siyasal muhalefetin gerek kendi seçmeniyle gerek örgütsel düzeyde gerekse kamuoyuyla ilişkilerinde çözemediği güven sorunu güçlü bir alternatif olma önünde bir engel olarak duruyor. Çeyrek asırdır ülkenin kaderini belirleyen, sosyolojik olgu birazda böyle okunmalı. İç ve dış politikaya dair ezber, siyaset arenasında karşılık bulmuyor.
İktidar partisi, muhalefete kıyasla kendi hataları üzerine düşünme potansiyeli çok daha etkin. Zaman tünelinde donup kalmış bir muhalefetle karşı karşıyayız.
Zira travmalar kolay aşılmıyor… Muhalefet için doğru yön, katılımcı demokrasidir; sosyal politikalardır. Alternatifsizlik toplumu bunaltıyor. Muhalefet liderlerinin sinik tutumları, vizyonu ve politik sermayesi olmayan muhalefet irtifa kaybetmeye devam ediyor. Muhalefet tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı taktirde elde edilen sonuçlar hep aynı olacaktır. İktidar için siyasetsizliğe sıkışmış bir muhalefetin sağladığı güçlü konfor alanı iktidarı güçlü göstermeye devam ediyor. Bugünkü muhalefetin temel sorunu değişen gerçekliği idrak edememektir. Eski paradigmanın hakim olduğu bir atmosfer yok artık. Bunun bilinmesi lazım.