Yaygın ve etkili bir konuma ulaşan sivil toplum örgütleri, siyasal iktidarlar üzerinde baskı grupları haline gelerek, insan hakları, demokrasi, sosyal devlet, adalet ve eşitlik gibi konularda önemli mesafeler kat edebilir; böylece geniş halk yığınları devlet yönetimine dolaylı olarak katılabilirler. Sivil toplum örgütleri demokrasinin bir nevi alt yapısını oluştururlar. Yönetimleri sığ olmaktan kurtarıp derinlik kazandırırlar.

Kimi zaman üçüncü sektör olarak tanımlanan, gönüllülük esasına göre kurulan ve kar amacı gütmeyen belirli bir amacı gerçekleştirmek için benzer fikir ve meslek grubundaki bireyleri bir araya getiren belli toplumsal, sorunların çözümüne odaklanan dernekler, vakıflar, cemiyetler ve STK’lar sivil toplum olarak tanımlanmaktadır. STK’lar günümüzde toplumların güçlenmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Uygar toplumlarda devletin ve özel sektörün oluşturmadığı demokratik ortamın STK’lar sağlıyorlar. Katılımcı demokrasilerde her bireyin kararlara direkt katılımının mümkün olmaması nedeniyle bu katılım STK’lar aracılığı ile yapılmaktadır. Bireylerin, hak ve ödevleri konusunda toplumu aydınlatma görevi üstlenirler. Örgütlenme ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınması STK’lar için temel oluşturur. Bir ülkede sivil toplumun gelişmişlik düzeyi, ülkenin demokratik ortamı ve insanların birbirlerine olan güven duygusuyla da yakından ilişkilidir. STK’lar duvarları yıkıp köprüleri inşa etme sentezinden hareket etmelidirler. STK’lar demokrasiye katkı, topluma yön vermelidirler. Toplumsal kutuplaşma cenderesinden uzak durmalıdırlar.

Türkiye'de sivil toplum örgütleri bir klişe olarak sendikalardan ibaret olduğu algısı yaygındır. Oysa sivil toplum örgütleri çok daha geniş bir yelpazeyi ifade eder. Sivil toplum örgütleri sendikalar-meslek odaları, vakıflar, dernekler, cemiyetler ile birlikte yarı resmi kuruluş olarak kanun ile kurulmuş odalar ve teşekküllerden oluşur. Özel sektörün öncülük ettiği sivil toplum yapılanmaları da mevcuttur.

Her şeyin, ideolojik bir boyutu olduğu muhayyilesinde kalarak mevcut sivil toplum örgütleri özgün yapı ve fikirlerden uzak oldukları herkesin malumudur. Bu nedenle sendikalar diğer sivil toplum örgütleri daha çok siyasi partilerin tahakkümde oldukları izlenimini vermektedirler. Bir sivil toplum örgütü elbette siyasi bir görüşü olacaktır. Ancak sivil toplum örgütleri siyasi partilerle aynı argümanları kullanıyorlarsa bir sorun var demektir.

Sivil toplum örgütleri-kuruluşları devletin yörüngesinde kaldıkları sürece sivil alana hakimiyet kurmaları beklenemez. Sivil toplum örgütleri devlete yakın olma ve devletin kaynaklarından yararlanma yerine devlete ve hükümete yön verici, yol açıcı politikalar geliştirmeleri beklenir. Sivil toplum örgütlerinin etkili olabilmeleri, gerçek işlevlerine kavuşabilmeleri için net tavır ve bazı riskleri göze almaları kaçınılmazdır. Sivil toplum kuruluşları enteresan bir biçimde devletçi bir yelpazede yer alamazlar. Mahir olan toplumda değişime katkı sunmalarıdır. Yeni fikirlerle, toplumun değer yargılarına paralel taleplere öncülük etmeleridir.

Sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesi, özgürce çalışabilecekleri demokratik bir ortama bağlı, demokratik bir ortamın da sağlanması ancak sivil toplum örgütlerinin özgün çabası ile mümkün olabilir. Sivil toplum ve demokratik ortam birbirlerini tamamlayan olgulardır. Zira Türkiye'de, sivil toplum kuruluşlarının birikim ve yetkinlik eksiklerinden kaynaklı sorunlar olduğu da bir gerçektir.

Yalnızca ekonomik anlamda zenginleşerek bir toplumun gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşamayacağı aşikârdır. Ekonomik ve toplumsal gelişme bir bütünlük arz eder. Bu parametreler zaviyesi ışığında güçlü, üretken, dinamik, sivil toplum örgütlerine ihtiyaç vardır. Bilimde, sanayide, teknolojide, eğitimde, özel sektörde atılım yapan, güçlü bağımsız ve özgün sivil toplum kuruluşları olan, işleyen ve güven veren bir hukuk sistemi olan kusursuz işleyen bir demokrasiye sahip olan ülkeler ancak gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alabilirler.

Sivil toplum örgütlerinin, yeni bir hikaye yazması lazım. Bu hikayenin amacı topluma, bize güvenin mesajı ekseninde olmalıdır. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşlarının sosyal sorumluluk projelerine öncülük etmeleri elzemdir. Çünkü dünyada sivil toplum kuruluşları uygar bir trend olarak kabul edilmektedir.

Sivil toplum kuruluşları profesyonel yönetime geçişi ve ortak dil birliğini yakalayamıyorlar. Bu düşünce yapısı yerine farklı kulvarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin bir konsensüs oluşturarak ülkenin tahkim edilmiş sorunlarını el birliği ile çözmeleri mümkün olabilir.

Sivil ve kültürel hareketlerin asla siyasetin boyunduruğu altına girmemesi gerektiğini, bu hareketlerin en büyük gücünün özgür kalabilmek, hür bir şekilde fikir üretmek, söz söyleyebilmek olmalıdır. Sivil toplum, bir kalıp, bir bina, bir tabela değildir. Ülkenin, iktisadi, içtimai ve idari alanda üretilen fikirlerdir. STK’lar, siyasi saiklerle hareket etmeleri nedeniyle siyasetin gölgesini her daim hissederler. Bu nedenle STK’lar siyasetin kavramlarıyla konuşuyor ve bir özgünlük üretemiyorlar.

STK’lar toplumsal yaşama nüfuz ettikleri oranda amaçlarına hizmet ederler. Ancak bu konuda yürek ferahlatacak bir izlenim henüz yok. Bu vaziyet; STK’lar ile siyaset arasındaki angajman ilişki biçiminden kaynaklanmaktadır.

Bir şeyin sivil olabilmesi için gönüllü, resmi ideoloji dışı ve özerk olması lazım. Kamu kaynaklarıyla finanse edilen yapılar, sivil toplum kuruluşu olmaktan çıkıp ‘sivil devlet kuruluşu’ olurlar.